Değerler gökteki
yıldızlar gibidir onlardan habersiz olsan bile onlar seni aydınlatmaya devam
ederler.
Biz içinde yaşadığımız
medeniyeti “değerlerimize” göre değil değer verdiğimiz şeylerle inşa ediyoruz.
Değerler pazarda
satılmaz, pazarda pazarlanmaz, pazarlanan şey “değer” değil değeri olanlardır.
Dürüst olmak bakışlarımızla gözlerimizin, kalplerimizle
akıllarımızın aynı şeyi söylemesi ve yapıp ettiğimiz her şeyin vicdanlarımızda
mahkeme edilerek beraat etmesidir.
Evet sorumluluklarımız
zamanımızdan çok fazla ama inançlarımız ve hayallerimiz her türlü engeli ve
zorluğu aşacak kadar güçlü ve sağlam.
Gökyüzünden inen yağmurun bile arkasında bulutların sorumluluk aldığını,
bulutlara ise bu sorumluluğu veren ilahi bir sorumlu olduğunu gören insanlar
olarak inanıyoruz ki; yeni
bir medeniyetin inşası, geçmişin
tecrübesini sırtına değil zihnine yükleyenlerin ve her dem kendini taze
tutabilenlerin elleriyle, gözleriyle ve gönülleriyle mümkün olacaktır.
İnsanlık
tarihi değerleri baş tacı eden toplumların saadetine de ayaklar altına
alanların felaketine de şahitlik yapar. Amacımız insanların değerleri yaşattığı
bir dünyayı düşlemekten, değerlerin insanları yücelttiği bir dünyaya
uyanmaktır.
İyi olmayı düşünmeyen
ve benimsemeyen kişi meleklerin kendisine secde etmeyi kabullendiği varlık
olmaktan öte İblis’in secde etmeyi layık görmediği bir varlıktır belkide.
Dürüstlük vicdanın kabul ettiği şeyi aklın da onaylamasıdır. Akıl ile
kalbin aynı kararı vermesi nefsin de bu kararı değiştirmeden, ertelemeden,
eksiltmeden tatbik etmesidir. Doğruluk ve dürüstlük dokuz köyden kovulsan bile
onuncu köyü aramak, hatta bulamasan bile
bu köyü kurmanın hayaliyle yaşamaktır.
Yarışmak bütün canlı varlıklarda
olduğu gibi insanın doğasında da var. Bir farkla ki insan sadece
başkalarıyla değil aynı zamanda kendisiyle de yarış halindedir. İnsan başkalarını aşmaya çalışırken kendisini, kendisini aşmaya çalışırken de başkalarını aşar.
Kaleme ve yazdıklarına andolsun buyuran, denizler mürekkep olsa
söyleyecekleri bitmeyen hakikatin ezeli ve ebedi var edicisinin dili ve soluğu
olan vahyi ilahi midir yoksa yazı.
Gecenin zifiri karanlığından
sabahın aydınlığını çıkaran, görünmeyeni görünür kılan, ölü toprağın içindeki
tohuma can veren güneşin rabbinin eşyaya yazdıkları sır mı ola yoksa yazı. NACİBEKTAŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder