21 Haziran 2015 Pazar

KAPSAMLI BİR ÇALIŞMA - İSLAM KÜLTÜR ATLASI

KİTAP TANITIMI

Türk oku­yu­cu­su­nun hiç ya­ban­cı­sı ol­ma­dı­ğı, Fi­lis­tin do­ğum­lu ol­ma­sı­na rağ­men, ha­ya­tı­nın bü­yük bir bö­lü­mü­nü ABD’de ge­çir­miş İs­ma­il Râci el-Farûkî ve eşi Lu­is Lâmia ta­ra­fın­dan ka­le­me alın­mış bir eser İslâm Kül­tür At­la­sı.

Da­ha ki­ta­bın baş­lan­gı­cın­da Farûkî ve eşi­nin kı­sa öz­geç­miş­le­ri­ni okur­ken “Ese­rin muh­te­va­sı, ya­za­rın muh­te­va­sı­dır” sö­zü­ne sa­nı­rım siz de hak ve­receksiniz. Bil­gi­nin İslâmîleştirilmesi, Tev­hid, İslâm ve Si­yo­nizm, İbrahimî Din­le­rin Di­ya­lo­ğu isim­le­riy­le Türk­çe­ye ka­zan­dı­rı­lan ki­tap­la­rı oku­yan­la­rın ön­ce­lik­le bu ese­ri de mut­la­ka in­cele­ye­cek­le­ri­ni dü­şü­nü­yo­rum.

Ge­nel hat­la­rı iti­ba­riy­le de­ğer­len­dir­di­ği­miz­de İslâm Kül­tür At­la­sı, İslâm’ın ta­rih­te­ki te­za­hü­rü ile kap­sam ala­nın­da­ki et­ki­le­ri ve bu et­ki­le­rin ana­li­ze tâbi tu­tul­du­ğu bir ça­lış­ma­dır.
İslâm Kül­tür At­la­sı, İslâm’ın özü­nün Kur’ân ve Sün­ne­te ait ol­du­ğu, do­la­yı­sıy­la “me­de­ni­yet mal­ze­me­si­ni” bu özün te­za­hür et­ti­ği za­man ve mekân ile tak­di­mi­ni ga­ye edin­mek­te­dir.
İslâm Kül­tür At­la­sı, fe­no­me­no­lo­ji­kal me­to­dun (gö­rün­gü bi­lim­sel in­ce­le­me) Hus­serl’e gö­re, “gö­rün­gü bi­lim­sel in­dir­ge­me” ya­ni öz i­le tarihî ola­nın-ol­gu­la­rın ay­rış­tı­rıl­ma­sı­nın İslâm’a ve bir bü­tün ola­rak İslâm me­de­ni­ye­ti­ne tat­bi­ki­ni amaç­la­yan bir ça­lış­ma­dır. Ni­ha­ye­tin­de  İslâm Kül­tür At­la­sı, is­min­den de an­la­şı­la­ca­ğı gi­bi İslâm kül­tür ve me­de­ni­ye­ti­nin kül­tü­rel coğ­raf­ya­sı­nın ay­rın­tı­la­rıy­la çi­zil­me­si ama­cı­na hiz­met eden kay­da­ de­ğer bir ön ça­lış­ma­dır.

Ki­ta­bı­mı­za muh­te­va açı­sın­dan yak­laş­tı­ğı­mız­da ise “Kök­ler” baş­lı­ğıy­la baş­la­yan Bi­rin­ci Bö­lüm­de Farûkî le­rin işe “Ara­bis­tan: Po­ta”nın, ya­zar­la­rın ifa­de­siy­le “Be­re­ket­li Hilâl”in to­poğ­raf­ya­sı­nın, “De­mog­ra­fi” baş­lı­ğı al­tın­da dahilî ve ya­ban­cı nü­fus ha­re­ket­le­ri­nin in­ce­len­me­siy­le baş­la­dık­la­rı­nı gör­mek­te­yiz.
Farûkîler bu bö­lüm­de ay­rı­ca Ara­bis­tan’a ilk de­fa yer­le­şen in­san­la­rın “Sâmi” ve­ya “Se­mi­tik” adı ve­ri­len bir tek so­ya ait olan Kaf­kas­ya­lı­lar ve­ya Ba­tı As­ya­lı­lar ol­du­ğun­dan ba­his­le “Sâmi ve Se­mi­tik” kav­ram­la­rı­nı in­ce­le­me­ye al­mak­ta­dır­lar. Bu bö­lüm­de iş­le­nen di­ğer önem­li kav­ram ise Sâmi so­yu­nun di­ni olan “Me­zo­po­tam­ya Di­ni” kav­ra­mı­dır. (Bu di­nin tarihî ge­li­şi­mi için bkz. Ha­ri­ta: 3, s. 27-32).
Bö­lü­mün “Dil ve Ta­rih” baş­lı­ğı al­tın­da ise ya­zar­la­rı­mız Arap Ya­rı­ma­da­sı ve Be­re­ket­li Hilâl’in de­mog­ra­fik ve coğrafî tek bir böl­ge­yi mey­da­na ge­tir­di­ği­ni ve bir­bir­le­ri­nin de­va­mı­nı oluş­tur­duk­la­rı te­zi­ni dil ve ta­rih açı­sın­dan gös­ter­me­ye ça­lı­şır­lar.
Dil­ler ara­sın­da­ki inkârı müm­kün ol­ma­yan tarihî iliş­ki in­ce­le­ne­rek Sür­ya­ni­ce, İb­ra­ni­ce, Âramca ve ni­ha­yet Arap­ça’ya tarihî bir ba­kış ge­ti­ri­lir.
“Arap­ça Kur’ân-ı Kerîm'in di­li­dir. Kur’ân'da­ki şek­liy­le Ara­bis­tan Ya­rı­ma­da­sı­nın bü­tün yer­li­le­ri ve İslâm'dan bin yıl ön­ce onun­la yan­ya­na olan Be­re­ket­li Hilâl'de yer­leş­miş in­san­lar ta­ra­fın­dan ko­nu­şul­muş­tur. Onun Fars­ça, Mı­sır di­li ve Sans­krit­çe'den ba­zı ke­li­me­ler ala­rak ge­liş­ti­ği­ne hiç şüp­he yok­tur. Fa­kat bu ke­li­me­le­ri asi­mi­le et­miş ve İslâm’dan ön­ce Arap­ça­laş­tır­mış­tır. Ri­va­yet­ler va­sı­ta­sıy­la bi­ze ula­şan Kur’an Arap­ça­sı A’ra­bu’l Mus­ta’re­be ve­ya ken­di­le­ri­ni arap­laş­tır­mış olan Ku­zey Ara­bis­tan Arap­la­rı­nın di­li­dir.” (s. 35).

Farûkîler Üçün­cü Kı­sım­da Me­zo­po­tam­ya di­nin­den baş­la­mak üze­re, sı­ra­sıy­la Ya­hu­di­lik, Hı­ris­ti­yan­lık ve Mek­ke Di­ni’ni ma­hi­ye­t, te­za­hür ve tarihî açı­lar­dan in­ce­le­me­ye tâbi tu­tar­lar.
İslâm me­de­ni­ye­ti­nin özü ola­rak su­nu­lan Tev­hid, İkin­ci Bö­lüm­de hem me­to­do­lo­jik hem de muh­te­va bo­yu­tuy­la tah­lil edi­lir. “Al­lah’ın mut­lak bir­li­ği­nin tas­di­ki ola­rak tev­hid, ha­ki­ka­tin kay­nak­la­rı­nın bir­li­ği­nin tas­di­ki­dir. İn­san bil­gi­si­ni dev­şir­di­ğin­de, Al­lah’ın, ta­bi­a­tın ya­ra­tı­cı­sı ol­du­ğu­nu gö­rür. Bil­gi­nin nes­ne­si, Al­lah’ın ese­ri olan ta­bi­a­tın ör­nek­le­ri­dir. Al­lah on­la­rın ya­ra­tı­cı­sı ve vah­yin kay­na­ğı ola­rak in­sa­na ken­di bil­gi­sin­den bir par­ça ve­rir…” (s. 95).
İslâm me­de­ni­ye­ti as­lın­da bir üm­me­tin me­de­ni­ye­ti­dir. Tek il­ke al­tın­da hal­ka­lan­mış âlemşumül pren­sip­ler­le do­nan­mış bir bir­lik­te­li­ğin inanç­ta, kül­tür­de, hu­kuk­ta, fel­se­fe ve sa­nat­ta­ki ak­si­dir.
Bu akis­ler­dir as­lın­da bu ki­ta­bın her sa­yfasında bi­zim uf­ku­mu­za su­nu­lan. Bu te­lak­kiy­le tan­zim edil­miş­tir 77 ha­ri­ta, 320'ye ya­kın re­sim, lev­ha ve şe­kil.
İslâm me­de­ni­ye­ti ay­nı za­man­da vah­yin şe­kil­len­dir­di­ği bir va­hiy me­de­ni­ye­ti­dir. Pey­gam­ber­le­rin ön­der­lik et­ti­ği bu me­de­ni­yet, en sa­rih ve en sa­hih ola­rak Hz. Mu­ham­med (s.a.v.)’in el­çi­li­ğiy­le in­sa­nın sağ du­yu­su­na hi­tap eden Kur’ân-ı Kerîm'de muh­ta­sa­ran ve taf­si­len be­yan edil­miş­tir.

Üçün­cü bö­lüm­de ya­zar­la­rı­mız “Bi­çim” baş­lı­ğı al­tın­da Kur’ân-ı Kerîm'in “Her­ke­sin tüm ka­nun­la­rın te­me­li ola­rak da­ya­na­ca­ğı dinî ve ahlâkî sis­te­min esas­la­rı­nın bu­lun­du­ğu de­ğiş­mez öz, ya­ra­tı­lı­şın, in­san ha­ya­tı­nın tüm il­ke­le­ri­ni kap­sa­yan tek ve son oto­ri­te ola­rak sü­rek­li­lik ve ay­niy­yet ama­cı ta­şı­dı­ğı­na (s. 124); sün­ne­tin ise, Kur’ân'ın be­ya­nı­nı, ga­ye­le­ri­ni mi­sal­len­di­ren, açı­ğa çı­ka­ran (s. 128) ve Hz. Mu­ham­med (s.a.v.)'in Al­lah'a kul­lu­ğu­nun bir pra­ti­ği (s. 131) ve İslâm'ın mil­let­le­ra­ra­sı dü­ze­ni­ni ve iliş­ki­le­ri­ni mü­şah­has hâle ge­ti­ren bil­gi (s. 156) ol­du­ğu­na işa­ret ede­rek bu tez­le­ri, âyet, ha­dis ve tarihî ar­gü­man­lar­la te­mel­len­dir­me­ye ça­lış­mak­ta­dır­lar.

Farûkîler pen­ce­re­sin­den şe­ha­det, ima­nın bir ik­ra­rı; na­maz üs­tün bir iba­det ha­re­ke­ti; oruç ayı tez­ki­ye ve ita­at için ahid ye­ni­le­me, ar­zu­la­rın bas­tı­rıl­ma­sı, ken­di­ni ida­re et­me ve di­sip­lin ayı; ze­kat, sa­da­ka ve in­fa­kın mü­es­se­se­leş­me­si. Hac, Al­lah'ın hu­zu­ru­na nef­sin su­nu­lu­şu. Ev­li­lik, ka­dın-er­kek iliş­ki­le­ri­nin bi­ri­cik meşrû for­mu. Ai­le, ana-ba­ba, ço­cuk­lar ve ya­kın ak­ra­ba­lar­dan olu­şan ge­niş bir ya­pı. Ca­mi, iba­det eden­ler için “sü­rek­li eği­tim” ve­ren bir yer, için­de yö­re hal­kı­nın top­lan­tı­la­rı­nı yap­tık­la­rı bir ce­ma­at mer­ke­zi. Hilâfet, adâletin ger­çek­leş­me­si için Kur’ân Şe­ri­a­tı'nın tat­bi­ki, yer­yü­zün­de adâlet ve ba­rı­şa da­ya­lı ye­ni bir dün­ya dü­ze­ni kur­mak­tan so­rum­lu bir halk mü­ess­ese­si. Dev­let, bü­tün in­san fa­a­li­yet­le­ri­ni ilâhî ira­de­ye uyar­la­mak ve onu ger­çek­leş­tir­mek için bir ara­ya ge­ti­ren müş­te­rek bir ha­re­ket­tir (s. 160-203).

Fârûkîlere gö­re İslâmî kül­tür ger­çek­te Kur’ânî kül­tür­dür. İslâmî sa­nat­lar ise Kur’ânî sa­nat­lar­dır. Bu yüz­den Müs­lü­man­la­rın sa­na­tı, tev­hi­di sim­ge­le­yen bir son­suz­luk sa­na­tı­dır. İslâmî sa­na­tın son­suz de­sen­le­ri so­yut, ta­sa­rı­mı “di­na­mik”tir; ya­ni za­man içe­ri­sin­de an­la­şıl­ma­sı ge­re­ken bir ta­sa­rım­dır. Kur’ân'ın ken­di­si son­suz ya­pı­nın en mü­kem­mel ör­ne­ği, bü­tün edebî  od­yo­vi­zü­el sa­nat­la­rı et­ki­le­yen bir ör­nek­tir. Müs­lü­man için ise sa­na­tın ga­ye­si, in­san­la­rı Bir olan Yü­ce Al­lah'ı dü­şün­me­ye ve ha­tır­la­ma­ya yö­nelt­mek­tir.

Ki­ta­bı­mı­zın son ve en uzun kıs­mı­nı oluş­tu­ran Dör­dün­cü Bö­lüm İslâmî vah­yin ana kay­na­ğı olan Kur’ân-ı Kerîm ile onun in­sa­na ulaş­ma­sı­nı ve tat­bi­ki­ni gös­te­ren Sün­ne­tin, in­san ha­ya­tı­nın bü­tün ay­rın­tı­la­rın­da­ki te­za­hür­le­ri­ni kap­sa­mak­ta­dır. Bu te­za­hür­le­rin il­ki İslâm'ın ev­ren­sel çağ­rı­sı­nın me­to­do­lo­ji­siy­le il­gi­li­dir. Dog­ma­tik ol­ma­mak, tar­tış­ma­ya, mü­za­ke­re­ye, mu­ha­ke­me­ye açık ol­mak; dü­şün­me­yi bü­tün in­san­la­rın hak­kı ola­rak gör­mek, eleş­ti­rel ve ras­yo­nel ol­mak, her­ke­se açık ol­mak, zor­la­ma­ya ka­pa­lı ol­mak gi­bi.
Bu bö­lü­mün üze­rin­de dur­du­ğu di­ğer ko­nu Fü­tu­hat-i İslâm ya­ni İslâm'ın ya­yı­lı­şı­dır. Hz. Mu­ham­med'in (s.a.v.) Me­di­ne'de yer­leş­me­si, Me­di­ne an­laş­ma­sı, Mu­a­he­net, Be­dir, Uhud, Hen­dek sa­vaş­la­rı, Hu­dey­bi­ye an­laş­ma­sı ve ni­ha­yet Mek­ke'nin fet­hiy­le kı­sa za­man­da İslâm'ın bü­tün Ara­bis­tan'a ya­yıl­ma­sı, Hz. Pey­gam­ber'in ve­fa­tıy­la baş­la­yan ir­ti­dat ha­re­ket­le­ri, Râşid ha­li­fe­ler dö­ne­mi ve İslâm'ın ku­zey Af­ri­ka'ya, İs­pan­ya'ya, İran'a, Çin'e, Hin­dis­tan'a, do­ğu, or­ta, ba­tı ve gü­ney Af­ri­ka'ya uza­nı­şı gi­bi.
Ay­rı­ca bu bö­lüm­de dil ilim­le­ri ola­rak gra­mer, sen­taks ve lûgat il­mi; Kur’ân ilim­le­ri ola­rak kı­ra­at, esbâbu'n-nüzûl, il­mu'l-mekkî ve'l-medenî, tef­sir, istinbâtu'l-ahkâm; Ha­dis ilim­le­ri ola­rak, ri­va­yet, ricâlu'l-ha­dis, cerh ve'l-ta’dil, muh­te­le­fu'l-ha­dis; Hu­kuk ilim­le­ri ola­rak hu­kuk ta­ri­hi, fı­kıh usûlü, mez­hep­ler ve mez­hep­ler ta­ri­hi; Kelâm sa­ha­sın­da ku­ru­lan ekol­ler, Ka­de­riy­ye, Sı­fa­tiy­ye, Ceb­riy­ye, Ha­va­ric, Mu­te­zi­le ve Eş’ariy­ye üze­rin­de ana­liz ça­lış­ma­la­rı ya­pıl­mış­tır.
Ta­sav­vuf ko­nu­su tah­lil edi­le­rek fay­da­lı ve za­rar­lı yön­le­ri üze­rin­de du­rul­muş; kay­na­ğı, ge­li­şi­mi ve bo­zu­lu­şu­na da­ir ori­ji­nal bir tab­lo tan­zim edil­miş­tir (s. 324).
Fel­se­fe sa­ha­sın­da el-Kindî'den baş­la­nı­la­rak İhvânu's-Safâ, Fârâbî, İbn-i Sînâ, İbn-i Rüşd üze­rin­de du­rul­muş, İbn-i Haldûn hak­kın­da bir kri­tik ça­lış­ma­sı ya­pı­la­rak asa­biy­ye kav­ra­mı tah­lil edil­miş­tir.
Edebî sa­nat­lar sa­ha­sın­da Kur’ân-ı Kerîm şe­kil, muh­te­va ve te­sir üs­tün­lü­ğü açı­sın­dan ele alın­mış­tır.
At­las'ın son dört kıs­mın­da ko­nu edi­ni­len Hat sa­na­tı, İslâm sa­nat­la­rın­da tez­yi­nat, Mekân sa­nat­la­rı ve Ses sa­na­tı ger­çek­ten bu ko­nu­lar­da uz­man­laş­mış ehil ki­şi­ler ta­ra­fın­dan de­ğer­len­di­ri­le­bi­le­cek öl­çü­de bil­gi yük­lü­dür.
Ta­nı­tı­mı­nı yap­ma­ya ça­lış­tı­ğı­mız ha­cim­li, hac­mi ora­nın­da da kıy­met­li ol­du­ğu­na oku­ya­rak inan­dı­ğı­mız bu ese­ri, İslâm kül­tü­rü­nün kü­tüp­ha­ne­le­ri dol­du­ran zen­gin muh­te­va­sı­nın, Ame­ri­ka'da­ki bir en­tel­lek­tü­el İslâm âlimi ta­ra­fın­dan ya­pı­lan kı­sa bir öze­ti ola­rak gör­mek­te­yim.
“Uzun sö­zün kı­sa­sı da uzun­dur” ve­ci­ze­si, bu kı­sa öze­tin an­cak bü­yük boy ve 500 sa­hi­fe­yi aşan bo­yut­lu an­sik­lo­pe­dik bir ki­tap­la ya­pı­la­bi­le­ce­ği­ni çok iyi vur­gu­la­mak­ta­dır.
Bü­tün eser­ler bir çok yön­le­ri ile fay­da­lı ama ay­nı za­man­da ek­sik­ler­den de âri de­ğil­dir­ler. Bu yüz­den eleş­ti­ri­le­ri­mi­zi şim­di­den mah­fuz tu­tu­yo­ruz.


NACİBEK­TAŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder