Türk okuyucusunun hiç yabancısı olmadığı, Filistin doğumlu olmasına rağmen, hayatının büyük bir bölümünü ABD’de geçirmiş İsmail Râci el-Farûkî ve eşi Luis Lâmia tarafından kaleme alınmış bir eser İslâm Kültür Atlası.
Daha kitabın
başlangıcında Farûkî ve eşinin kısa özgeçmişlerini okurken “Eserin
muhtevası, yazarın muhtevasıdır” sözüne sanırım siz de hak vereceksiniz.
Bilginin İslâmîleştirilmesi, Tevhid, İslâm ve Siyonizm, İbrahimî Dinlerin
Diyaloğu isimleriyle Türkçeye kazandırılan kitapları okuyanların
öncelikle bu eseri de mutlaka inceleyeceklerini düşünüyorum.
Genel hatları
itibariyle değerlendirdiğimizde İslâm Kültür Atlası, İslâm’ın tarihteki
tezahürü ile kapsam alanındaki etkileri ve bu etkilerin analize
tâbi tutulduğu bir çalışmadır.
İslâm Kültür
Atlası, İslâm’ın özünün Kur’ân ve Sünnete ait olduğu, dolayısıyla
“medeniyet malzemesini” bu özün tezahür ettiği zaman ve mekân ile
takdimini gaye edinmektedir.
İslâm Kültür
Atlası, fenomenolojikal metodun (görüngü bilimsel inceleme)
Husserl’e göre, “görüngü bilimsel indirgeme” yani öz ile tarihî olanın-olguların
ayrıştırılmasının İslâm’a ve bir bütün olarak İslâm medeniyetine
tatbikini amaçlayan bir çalışmadır. Nihayetinde İslâm Kültür Atlası, isminden de anlaşılacağı
gibi İslâm kültür ve medeniyetinin kültürel coğrafyasının ayrıntılarıyla
çizilmesi amacına hizmet eden kayda değer bir ön çalışmadır.
Kitabımıza
muhteva açısından yaklaştığımızda ise “Kökler” başlığıyla başlayan
Birinci Bölümde Farûkî lerin işe “Arabistan: Pota”nın, yazarların
ifadesiyle “Bereketli Hilâl”in topoğrafyasının, “Demografi” başlığı
altında dahilî ve yabancı nüfus hareketlerinin incelenmesiyle
başladıklarını görmekteyiz.
Farûkîler bu
bölümde ayrıca Arabistan’a ilk defa yerleşen insanların “Sâmi” veya
“Semitik” adı verilen bir tek soya ait olan Kafkasyalılar veya Batı
Asyalılar olduğundan bahisle “Sâmi ve Semitik” kavramlarını incelemeye
almaktadırlar. Bu bölümde işlenen diğer önemli kavram ise Sâmi soyunun
dini olan “Mezopotamya Dini” kavramıdır. (Bu dinin tarihî gelişimi
için bkz. Harita: 3, s. 27-32).
Bölümün
“Dil ve Tarih” başlığı altında ise yazarlarımız Arap Yarımadası ve
Bereketli Hilâl’in demografik ve coğrafî tek bir bölgeyi meydana getirdiğini
ve birbirlerinin devamını oluşturdukları tezini dil ve tarih açısından
göstermeye çalışırlar.
Diller arasındaki
inkârı mümkün olmayan tarihî ilişki incelenerek Süryanice, İbranice,
Âramca ve nihayet Arapça’ya tarihî bir bakış getirilir.
“Arapça
Kur’ân-ı Kerîm'in dilidir. Kur’ân'daki şekliyle Arabistan Yarımadasının
bütün yerlileri ve İslâm'dan bin yıl önce onunla yanyana olan Bereketli
Hilâl'de yerleşmiş insanlar tarafından konuşulmuştur. Onun Farsça,
Mısır dili ve Sanskritçe'den bazı kelimeler alarak geliştiğine hiç
şüphe yoktur. Fakat bu kelimeleri asimile etmiş ve İslâm’dan önce
Arapçalaştırmıştır. Rivayetler vasıtasıyla bize ulaşan Kur’an
Arapçası A’rabu’l Musta’rebe veya kendilerini araplaştırmış olan
Kuzey Arabistan Araplarının dilidir.” (s. 35).
Farûkîler
Üçüncü Kısımda Mezopotamya dininden başlamak üzere, sırasıyla Yahudilik,
Hıristiyanlık ve Mekke Dini’ni mahiyet, tezahür ve tarihî açılardan
incelemeye tâbi tutarlar.
İslâm medeniyetinin
özü olarak sunulan Tevhid, İkinci Bölümde hem metodolojik hem de muhteva
boyutuyla tahlil edilir. “Allah’ın mutlak birliğinin tasdiki olarak
tevhid, hakikatin kaynaklarının birliğinin tasdikidir. İnsan bilgisini
devşirdiğinde, Allah’ın, tabiatın yaratıcısı olduğunu görür.
Bilginin nesnesi, Allah’ın eseri olan tabiatın örnekleridir. Allah
onların yaratıcısı ve vahyin kaynağı olarak insana kendi bilgisinden
bir parça verir…” (s. 95).
İslâm medeniyeti
aslında bir ümmetin medeniyetidir. Tek ilke altında halkalanmış
âlemşumül prensiplerle donanmış bir birlikteliğin inançta, kültürde,
hukukta, felsefe ve sanattaki aksidir.
Bu akislerdir
aslında bu kitabın her sayfasında bizim ufkumuza sunulan. Bu telakkiyle
tanzim edilmiştir 77 harita, 320'ye yakın resim, levha ve şekil.
İslâm medeniyeti
aynı zamanda vahyin şekillendirdiği bir vahiy medeniyetidir. Peygamberlerin
önderlik ettiği bu medeniyet, en sarih ve en sahih olarak Hz. Muhammed
(s.a.v.)’in elçiliğiyle insanın sağ duyusuna hitap eden Kur’ân-ı
Kerîm'de muhtasaran ve tafsilen beyan edilmiştir.
Üçüncü bölümde
yazarlarımız “Biçim” başlığı altında Kur’ân-ı Kerîm'in “Herkesin tüm
kanunların temeli olarak dayanacağı dinî ve ahlâkî sistemin esaslarının
bulunduğu değişmez öz, yaratılışın, insan hayatının tüm ilkelerini
kapsayan tek ve son otorite olarak süreklilik ve ayniyyet amacı taşıdığına
(s. 124); sünnetin ise, Kur’ân'ın beyanını, gayelerini misallendiren,
açığa çıkaran (s. 128) ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Allah'a kulluğunun
bir pratiği (s. 131) ve İslâm'ın milletlerarası düzenini ve ilişkilerini
müşahhas hâle getiren bilgi (s. 156) olduğuna işaret ederek bu tezleri,
âyet, hadis ve tarihî argümanlarla temellendirmeye çalışmaktadırlar.
Farûkîler
penceresinden şehadet, imanın bir ikrarı; namaz üstün bir ibadet hareketi;
oruç ayı tezkiye ve itaat için ahid yenileme, arzuların bastırılması,
kendini idare etme ve disiplin ayı; zekat, sadaka ve infakın müesseseleşmesi.
Hac, Allah'ın huzuruna nefsin sunuluşu. Evlilik, kadın-erkek ilişkilerinin
biricik meşrû formu. Aile, ana-baba, çocuklar ve yakın akrabalardan
oluşan geniş bir yapı. Cami, ibadet edenler için “sürekli eğitim” veren
bir yer, içinde yöre halkının toplantılarını yaptıkları bir cemaat
merkezi. Hilâfet, adâletin gerçekleşmesi için Kur’ân Şeriatı'nın tatbiki,
yeryüzünde adâlet ve barışa dayalı yeni bir dünya düzeni kurmaktan
sorumlu bir halk müessesesi. Devlet, bütün insan faaliyetlerini
ilâhî iradeye uyarlamak ve onu gerçekleştirmek için bir araya getiren
müşterek bir harekettir (s. 160-203).
Fârûkîlere
göre İslâmî kültür gerçekte Kur’ânî kültürdür. İslâmî sanatlar ise
Kur’ânî sanatlardır. Bu yüzden Müslümanların sanatı, tevhidi simgeleyen
bir sonsuzluk sanatıdır. İslâmî sanatın sonsuz desenleri soyut, tasarımı
“dinamik”tir; yani zaman içerisinde anlaşılması gereken bir tasarımdır.
Kur’ân'ın kendisi sonsuz yapının en mükemmel örneği, bütün edebî odyovizüel sanatları etkileyen bir
örnektir. Müslüman için ise sanatın gayesi, insanları Bir olan Yüce
Allah'ı düşünmeye ve hatırlamaya yöneltmektir.
Kitabımızın
son ve en uzun kısmını oluşturan Dördüncü Bölüm İslâmî vahyin ana kaynağı
olan Kur’ân-ı Kerîm ile onun insana ulaşmasını ve tatbikini gösteren
Sünnetin, insan hayatının bütün ayrıntılarındaki tezahürlerini
kapsamaktadır. Bu tezahürlerin ilki İslâm'ın evrensel çağrısının
metodolojisiyle ilgilidir. Dogmatik olmamak, tartışmaya, müzakereye,
muhakemeye açık olmak; düşünmeyi bütün insanların hakkı olarak
görmek, eleştirel ve rasyonel olmak, herkese açık olmak, zorlamaya
kapalı olmak gibi.
Bu bölümün
üzerinde durduğu diğer konu Fütuhat-i İslâm yani İslâm'ın yayılışıdır.
Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Medine'de yerleşmesi, Medine anlaşması, Muahenet,
Bedir, Uhud, Hendek savaşları, Hudeybiye anlaşması ve nihayet Mekke'nin
fethiyle kısa zamanda İslâm'ın bütün Arabistan'a yayılması, Hz. Peygamber'in
vefatıyla başlayan irtidat hareketleri, Râşid halifeler dönemi
ve İslâm'ın kuzey Afrika'ya, İspanya'ya, İran'a, Çin'e, Hindistan'a, doğu,
orta, batı ve güney Afrika'ya uzanışı gibi.
Ayrıca bu
bölümde dil ilimleri olarak gramer, sentaks ve lûgat ilmi; Kur’ân ilimleri
olarak kıraat, esbâbu'n-nüzûl, ilmu'l-mekkî ve'l-medenî, tefsir,
istinbâtu'l-ahkâm; Hadis ilimleri olarak, rivayet, ricâlu'l-hadis, cerh
ve'l-ta’dil, muhtelefu'l-hadis; Hukuk ilimleri olarak hukuk tarihi,
fıkıh usûlü, mezhepler ve mezhepler tarihi; Kelâm sahasında kurulan
ekoller, Kaderiyye, Sıfatiyye, Cebriyye, Havaric, Mutezile ve
Eş’ariyye üzerinde analiz çalışmaları yapılmıştır.
Tasavvuf
konusu tahlil edilerek faydalı ve zararlı yönleri üzerinde durulmuş;
kaynağı, gelişimi ve bozuluşuna dair orijinal bir tablo tanzim
edilmiştir (s. 324).
Felsefe sahasında
el-Kindî'den başlanılarak İhvânu's-Safâ, Fârâbî, İbn-i Sînâ, İbn-i Rüşd üzerinde
durulmuş, İbn-i Haldûn hakkında bir kritik çalışması yapılarak asabiyye
kavramı tahlil edilmiştir.
Edebî sanatlar
sahasında Kur’ân-ı Kerîm şekil, muhteva ve tesir üstünlüğü açısından
ele alınmıştır.
Atlas'ın
son dört kısmında konu edinilen Hat sanatı, İslâm sanatlarında tezyinat,
Mekân sanatları ve Ses sanatı gerçekten bu konularda uzmanlaşmış
ehil kişiler tarafından değerlendirilebilecek ölçüde bilgi yüklüdür.
Tanıtımını
yapmaya çalıştığımız hacimli, hacmi oranında da kıymetli olduğuna
okuyarak inandığımız bu eseri, İslâm kültürünün kütüphaneleri dolduran
zengin muhtevasının, Amerika'daki bir entellektüel İslâm âlimi tarafından
yapılan kısa bir özeti olarak görmekteyim.
“Uzun sözün
kısası da uzundur” vecizesi, bu kısa özetin ancak büyük boy ve 500 sahifeyi
aşan boyutlu ansiklopedik bir kitapla yapılabileceğini çok iyi
vurgulamaktadır.
Bütün eserler
bir çok yönleri ile faydalı ama aynı zamanda eksiklerden de âri değildirler.
Bu yüzden eleştirilerimizi şimdiden mahfuz tutuyoruz.
NACİBEKTAŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder