6 Haziran 2015 Cumartesi

I.EĞİTİM KONGRESİ 21.YÜZYILDA BİR EĞİTİM FELSEFESİ OLUŞTURMAK VE ÖZEL OKULLAR


28-30 Kasım 2014 tarihlerinde Antalya'da düzenlenen "21. yüzyılda bir eğitim felsefesi oluşturma" ana tema üzerine kurulu 1. Eğitim Kongresinde 45 bildiri, 5 çalıştay, 6 çağrılı konuşmacı, 10 panel gerçekleştirildi. Milli Eğitim il ve ilçe müdürleri, akademikler, özel okul dernek temsilcileri, sendika temsilcileri, resmi ve özel okullardan yönetici ve öğretmenler olmak üzere yaklaşık 1500 katılımcı iştirak etti.

“Bireyden İnsana” mottosuyla Eğitim felsefesinin incelenmesi ve oluşturulması için düzenlenen 1. Eğitim Kongresinin amacı  resmi web sitesinde “Davet” başlığı altında şöyle ifade edilmişti.
Bir eğitim felsefemiz var mı?
Eylemleri var eden (etkili kılan anlamında) stratejiyi belirleyen asıl şey evvelemirde felsefedir. Bu yüzden, insanın önemli eylemlerinin bir felsefeye dayanması gerektiği düşünülür. Fakat çoğu zaman bu felsefenin ne’liği tam olarak bilinmez ve nasıl’ı da çok iyi tanımlanmaz. İnsanın en önemli eylemlerinden biri olan eğitim de adı konmuş, niteliği tanımlanmış ve sınırları çizilmiş olsun ya da olmasın mutlaka bir felsefeye dayanır. Eğitimin dayandığı felsefe deyince farklı felsefî ekollere dayalı daimicilik, esasicilik, ilerlemecilik ve yeniden kurmacılık akımlarından söz edildiği düşünülür. Nispeten köklü geçmişe sahip ilk ikisi yanında son ikisi daha yeni; ama daha etkili görünmektedir. Fakat soru ‘Bir eğitim felsefemiz var mı?’ olunca seçenek hiçbiri olmakta, maarif tarihimizi inkar edercesine felsefesiz, bulanık, ilkesiz bir eğitim sistemi resmi ortaya çıkmaktadır. İşte bu yüzden “bir eğitim felsefemiz var mı?” sorusuna cevap verilmesi önemlidir. Bu kongre, çağrılı konuşmaları, panelleri, bildirileri ve çalıştayları ile bu soruya cevap vermeye adanmıştır. Saygılarımızla.
“Bir eğitim felsefemiz var mı?” sorusuna özellikle Cumhuriyet dönemini göz önüne alarak bir cevap bulmaya çalıştığımızda doğal olarak öncelikle bakacağımız yer 14.06.1973 yılında kabul edilen ve hala yürürlükte olan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun başlangıç paragrafı olacaktır.  Bu paragrafta Türk Milli Eğitiminin genel amacı;   “Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini, Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek” tir şeklinde ifadesini bulmaktadır.

Yani 1973 tarihli bu kanuna göre  Milli Eğitimimizin bir eğitim felsefesi vardır ve bu felsefe (çağdaş eğitim paradigmalarına uymasa da) isim itibariyle  Atatürk inkılap ve ilkelerinde vücut bulan “Atatürk milliyetçiliği” dir.

Türkiye, eğitim faaliyetlerini yıllardır ulus devletçi bir zihniyetle sürdürmeye çalışan ve MEB müsteşarımız Yusuf Tekin’in ifadesiyle insanı vatandaş yapmaya çalışan bir ülkedir. Modern Ulus devlette bir ağaç yetiştirme eğitimi ile, bir insan yetiştirme arasında işe yarama açısından pek fazla bir fark yoktur.

Kongrede neyi tartışmalıydık?
Eğitim kongresinde yer yer sözü edilen “Bir medeniyet tasavvuru oluşturma” amaç ve felsefesi hiçbir dönemde Türk Milli Eğitiminin temel argümanı olamamıştır.

Bu gerçekten hareketle konuyu I. Eğitim Kongresi bağlamında ele aldığımızda tartışılması gereken ilk konunun (andımızı kaldırmaktan önce)  1900’lü yılların politik ve yaşamsal gerçeklerinden kaynaklanan insanın talim ve terbiye edilerek vatandaşa dönüştürülmesini amaçlayan insan ve ideoloji merkezli paradigmalarının tartışmaya açılması olmalıydı.

Fakat ne garip bir bakıştır ki kongreyi düşünsel anlamda tasarlayan kurucu akla göre –sunuş metnine dayanarak söyleyebiliriz ki- yaklaşık 80 yıldır böyle bir felsefe ve eğitim anlayışı yoktur ki tartışılabilsin.

Kongrede neleri tartıştık?
Kongrede sırasıyla, düşünce üretmenin keşif yollarını,  yeni düşüncelere açık olmanın ve farklı düşüncelere hoşgörülü davranmayı, dini olanla seküler olan ayrımının imkansızlığını, dine bir disiplin olarak yaklaşmanın hayatla uyumsuzluğunu, din eğitimi için pedagojik bir teori geliştirmemiz gerektiğini, geleneğin bizim için ne ifade ettiğini, din eğitiminin nasıl olması gerektiğini, din eğitiminin çatı alanı olarak değerler eğitimini, özgür düşünmemizi engelleyen iç kalıpları, eğitimde devlet tekelini, sosyal mobilizasyonun yegane aracı olarak eğitimi, vb bir çok konuyu (sistematik bir düzenek içinde olmasa da)  konuşmaya çalıştık.

Kongrede tartışılan temel tema neydi?
Felsefe yapmanın  vazgeçilmezliği ve eğitim öğretime  felsefe katmanın gerekliliğiydi. Yani bir çok konu ve konuşmacı akademik düzeyde bir şekilde felsefenin eğitimdeki işlevselliği üzerinde ayrıntılı bilgiler verdi.  Oysa konuşmak bir bildiri sunmak bir iddiayı ortaya koymaktır. Sadece akademik analiz yapmak sonuç alma açısından bir katkı sağlamaz.

Kongrede takip edilen yöntem isabetli miydi?
Kongre ilk günün sabahı istisna tutulduğunda 5 ayrı salonda, beş ayrı konunun tartışmaya açıldığı bildiri, panel ve çalıştaylardan oluştu.  Çalıştaylarda konu bazında bir anlam bütünlüğünden bahsetmemiz oldukça güç. Kongre sonrasında yayınlanan sonuç bildirgesinde de çalıştaylarla ilgili bir değerlendirme ve tavsiye cümleleri duymadık. 

Kongrede   üzerinde düşünülecek ve tartışmaya açılacak konular ilk günün sabahında kongre düzenleyicilerin dilinde hayli farklılıklar gösterdi. Örneğin MEB Müsteşarımız Doç Yusuf Tekin’e göre Kongrenin mottosu bile çok yerinde değildi, O’na göre “ Bireyden insana” mottosu yerine “Vatandaştan insana” mottosu olmalıydı. Yani Yusuf beye göre Modern ulus devletler eğitimle insanı vatandaş ( her şeyi ile devlet erkine bağımlı ve kendi kendine düşünerek karar alma yeteneğine sahip olamayan birey) yapmaya çalışırlar. Dolayısıyla ilk yapılması gereken iş eğitimi devlet tekelinden kurtarmaktır.

Özel Kurumlar Genel müdürümüz Ömer Faruk Yelkenci ise e
ğitimin okulun sınırları içine sokulduğundan itibaren özgürlüğünü yitirdiğini, tutsak edildiğini dile getirerek bu şekilde özgür eğitimden bahsetme şansının kalmadığını belirtti. İnsanın özgürlüğüne düşkün bir şekilde yaratıldığını ifade eden Yelkenci, eğitimin de bu açıdan özgür bırakılması gerektiğini, Devletin her olguya her gerçeğe müdahale edip, onu kurumsallaştırarak kontrolü altına almak istediğini ve devletin kararından eğitimin de nasibini aldığını söyleyerek ilk tartışılması gereken konu için “Özgür eğitim” temasına işaret etti.

Kongreye davet edilen konuşmacı ve akademikler konu üzerinde yetkin miydiler? 
Üzerinde çalıştıkları bilim dalı açısından evet, fakat 21. Yüzyılda bir eğitim felsefesi geliştirmek gibi spesifik bir konu üzerinde yoğunlaşmadıkları için kapsayıcı ve öneri getirici bir konumda olmadıkları için; Hayır! diyebiliriz.

Çalıştay konularının tesbiti amaç açısından isabetli mi?
Çoğunlukla  eğitimin mutfağından gelen pratisyenlerin katılımcı olduğu çalıştaylar  belki de kongrenin en çok verim alınabilecek parçası olabilecekken tesbit edilen konuların direk amaca hizmet etmemesi nedeni ile  çok ta faydalı olamamıştır.

Sonuç olarak, 21. Yüzyılda Bir Eğitim Felsefesi Oluşturmak ve Özel Okullar temalı 1. Eğitim Kongresi’nde temelde “bir eğitim felsefemiz var mı?” sorusuna tüm eksiklere rağmen bir cevap aranmıştır. Milli Eğitim Bakanlığının böyle bir soruyu ilgili paydaşlar ile birlikte cevaplama gayreti bile tek başına saygıya layık bir girişimdir.
Sonuç bildirgesinde ifade edilen “Yeni yüz yıl için tasarlanacak eğitim felsefesinin medeniyet tasavvuruna dayalı, geleneği hesaba katan ve onu zenginleştiren, üzerinde yaşadığımız toprakların mayasıyla yoğrulmuş olması gerektiği” düşüncesine gönülden katılıyoruz.
.
Eğitimin Felsefesine Dair bir Değerlendirme
Eğitim bireysel insan gerçekliği çerçevesinde ele alınması gereken aynı zamanda bir insan hakları meselesidir.  Bu bakımdan bugün din ve vicdan özgürlüğü ya da düşünce ve ifade özgürlükleri gibi temel insan hakları kategorilerine “eğitim özgürlüğü” de eklenmelidir.  

Devlet  eğitimi a’dan z’ye programlayan bir güç olmayı bırakarak 4 yıllık temel eğitimden sonra kendi okullarından başlamak üzere kademe kademe seçimlik dersleri artırarak eğitimi özgünlüğe ve özgürleştirmeye çalışmalıdır. Seçimlik ders sayılarını belirleyen değil az sayıda olması gereken zorunlu dersleri belirleyen bir anlayışa yaklaşmalıdır. Özel okulların ve özel eğitimin eğitimdeki oranını yükseltmeli ve bu okulların müfredatlarını kendilerinin belirlemesine izin vermeli, özel okulları insan sağlığı açısından, öğrenci ve çalışanın güvenliği açısından ve zorunlu derslerin takibi açısından teftişe tabi tutmalı eğitimi kesinlikle bir ideoloji ve felsefeyle sınırlamamalıdır.


İyinin ve kötünün, evrensel ahlaki  değerler açıdan tanımlanması yapılarak “bir felsefe dayatmama felsefesini”,  “felsefe” edinmelidir.    NACİBEKTAŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder