
ulaştırmış
olduğu Kitab-ı Kerimini açıp da
anlayarak okuduğu takdirde o an, içinde bulunmuş olduğu imani ve ameli konuma
göre vasıfları detaylıca belirlenmiş yeni bir isimle-sıfatla muhatap olacaktır.
Eğer kişi kitapta
okuduklarını gönülden tasdik ediyorsa inanan kişi manasında “mü’min” ismini
kazanacak. Eğer kişi kitapta okuduklarına teslim oluyorsa Allah’ın dinine
teslim olan manasında “müslüman” ismini alacak.
Eğer
kişi kitapta okuduklarına inanmayarak onu yalanlıyor kabul etmiyor ise gerçeği
kapatan, yalanlayan manasında “kafir” ismini alacak. Eğer kişi kitapta
okuduklarını gönülden tasdik etmediği halde en başta yaratıcıyı red etme
haksızlığını göstererek her nevi haksızlığı ve zorbalığı devam ettiriyorsa
zulüm eden manasında “zalim” ismini alacak.
Eğer kişi kendisinden
evvelki tüm kitapları ilga eden Kur’an-ı okuduğu halde onu tasdik etmeyerek
Kur’an’dan daha önce gönderilmiş İncil veya Tevrat’ın hükümlerini kabule devam
ediyorsa bozulmuş kitapların takipçisi manasında “Ehl’i Kitap” ismini alacak.
Ve
nihayet kişi Kur’an-ı okuduğu anlarda yeryüzünü fitne ve fesada boğmaya
çalışanlardan biri ise bozguncu ve karıştırıcı manasında “müfsit” ismini
alacaktır.
Yani Kur’an-ı okuyup
mesajını kavrayan (idrak eden) her akıl sahibi varlık onu ya her şeyiyle tasdik
edip gönül kapılarını sonsuza kadar ona açarak yeni bir ad ve kimlik kazanacak
ya da onun dediklerini tasdik etmeyerek gönül kapılarını ebediyen ona kapatacak
eski ad ve kimliğini taşımaya devam edecektir.
Kuşkusuz
bu aşamadan sonra Kur’an içinde mevcut olan tüm isimlendirmeler Kur’an’la
muhataplığı biten kişi için anlamını yitirirken onla muhataplığını herhangi bir
yolla devam ettiren kişi için daha fazla anlam kazanacaktır.
Böylece Kur’an-ı
Kerim’deki bütün isimlendirmeler ve sıfatlar sadece dünyaya, olaylara ve
insanlara Kur’an nokta-i nazarından bakanların kullanmak zorunda olacakları
isimlendirmeler olacaktır.
Çünkü
her ideoloji gibi İslam’da dinin fikirlerini kabul eden veya etmeyen kişilere
kendi zaviyesinden bakarak ayrı ayrı isimlendirmelerde bulunarak fonksiyon ve
işlevlerine göre dostunu düşmanını ayırmaya çalışır.
Yani İslam açısından
müsbet olsun menfi olsun tüm isimlendirmeler aslında yadırganacak, kabul
edilmeyecek tahkir ifade eden sözler değil inancına ve yaşayışına göre kişilere
verilen Kur’ani isimlendirmelerdir sadece.
Örneğin;
Kur’an penceresinden bakan bir kişi için İslam’ı yalanlayan kişi kafir olarak
adlandırılırken bu kişi kendi açısından inanmış olduğu ideolojisinin mü’mini
olabilecektir aynı zamanda.
Diğer taraftan bu
isimlendirmeler direkt olarak ne Kur’an’dan bihaber yaşayanları ne onunla
esaslı bir şekilde muhatap olmamışları ne de elindeki bozulmuş kitaplardan
başını kaldıramamışları ilgilendiren sıfatlardır.
Ancak
bu isimlendirmeler, Kur’anla muhatap olmuş ve ona cânı gönülden inanmış kişiler
açısından kendileri ve karşıtları için kullanılan sıfatlar olmasından ötürü
özellikle ilgilenilmesi ve ilginin de ötesinde öğrenilmesi elzem olan sıfatlar
durumundadır.
Tabi olarak Allah’ın
dinine kalben inanan ve yaşanan hayatla tasdik etmeye çalışan bir Müslüman
olarak derdimiz insanlara bir isimler enflasyonunun yaşandığı bu çağda yeni
isimlendirmeler ve lakaplar icat etmek değildir. Amacımız dinimizi anlarken ve
yaşarken içimizdeki ve dışımızdaki insanlara karşı mü’minin takip edeceği
stratejiyi veya politikayı tespit etme düşüncesinden başka bir şey değildir.
Çünkü
böyle bir tespitten yoksun olmamız halinde; Kur’an mü’minlerinin ancak
mü’minlerle dost olmasını söylerken biz müşriklerle dostluk kurabilir, Kur’an mü’minlerin
münafıklara değer vermemelerini, cenaze namazlarını kılmamalarını söylerken biz
bu tür insanları baş tacı edebiliriz.
Ve böyle bir ahvalde, konumunu
tespit edemeyen, gönüllüce yüklendiği rolünü oynamayı beceremeyen acemi
oyunculara döneriz ki bu da en başta taşıdığımız ismin
yalancılığını-inkarcılığını veya en azından cahilliğini yapma derecesine
düşürür bizi.
NACİBEKTAŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder