KİTAP TANITIM
Einstein'a
gelecekle neden ilgilendiği sorulduğunda sadece; "Ömrümün
geri kalan kısmını orada geçirmeyi düşünüyorum." demiştir.
Evet bir gün
gelecek, gelecek de gelecektir. Bu inkâr edilemez gerçek, ancak geleceği
önceden tasarlayan, tarihte oluşmuş olayları sebeb-sonuç ilkelerine
göre değerlendirerek kuvvetle tahmin etmeye çalışan, her şeyden
önemlisi, geleceğin nasıl olması gerektiği hakkında klasik (modası
geçmeyen) fikirlere dayanarak (vahiy gibi) plan ve projeler oluşturan
kişi ve toplumlar eliyle şekillenecektir sanırım.
Gelecek
üzerindeki çalışmalar Batıda çok yeni olup, ikinci Dünya Savaşı'nın
sonunda başlamıştır. Hareket noktası ise askerî amaçlardır.
Sanayileşmiş
ülkelerde gittikçe artan gelecek çalışmaları için yapılan bütün
harcamaların % 97'si; özellikle eğitim, dökümantasyon, ilmî araştırma
ve uygulama alanlarında olmak üzere bu ülkelerde yapılmaktadır.
Üçüncü dünya
ülkeleri ise dünyanın yüzde 80'ini oluşturan nüfuslarıyla, gelecek
çalışmaları için % 3'den daha az harcama yapmaktadırlar.
Gerçekte,
geleceğin stratejik değerini önemsememek, az gelişmişliğin en
önemli belirtilerinden biridir. Ancak kararlı insanlardan oluşmuş
bir toplumun faaliyeti olabilecek bu tür çalışmalar, insanların
gelecekleri hakkında düşünmelerini sağlayacak imkânları elde etmelerinden
ve meydana getirecekleri toplumun türü üzerinde bir anlaşmaya
varmalarından sonra başlar. Bu anlayışta olmak da tabii olarak gelişmeyi
getirir.
Yukarıdaki
cümlelerin bir kısmı geleceğin stratejik değerini önemseyerek kaleme
alınmış İslam Ümmetinin Geleceği(*) isimli eserden yapılmış alıntılardır.
Bu da gösteriyor
ki, bu konudaki çalışmalar batı dünyasında olduğu gibi, artık
İslâm dünyasında da yapılmaktadır.
Biz inanıyoruz
ki İslâm, tek başına değişim ve yenilik için gereken yeterli müessir
güce sahip bir din olarak, toplumların gelişmesinde önemli roller
oynamak zorundadır.
İslâm dünyasının
arayış içinde olmak zorunda olduğu gelecek, bir zamanların parlak
medeniyetinin çöküşüne sebep olan körükörüne taklitçilik değil,
yeni şekliyle (tazeliği ve tabiiliğiyle) İslâm'ın yeniden doğuşuna
bağlıdır. İslâm'ın yeniden doğuşu için gereken yeni projeler, yeni
alternatif bakış açıları ve bu bakış açılarından tesbit edilen seçenekler
üzerinde yapılacak mütalaalar, aklı başında, ferâset sahibi her
müslümanın ilgi sahasına girecektir kuşkusuz.
Geleceğe
dönük bir dünya görüşüne sahip olduğuna inandığımız İslâm ve meydana
getidiği İslâm Medeniyeti, özellikle değerli araştırmacı Ziya SERDAR'ın
"İslâmi Gelecekler" (a.g.e., s. 57) üzerine kaleme aldığı
pek çok eserde görülebildiği gibi, aynı zamanda Münevver Enes, Perviz
Mansur, Enver İbrahim, Seyyid Hüseyin Nasr, Merryl Davies ve Muhammed
Ekrem Han'ın muhtelif makalelerinde de savunulan bir görüştür.
(a.g.e., s. 57)
Yukarıda
bahsimize konu olan İslâm Ümmetinin Geleceği isimli kitap da geleceğe
yönelik aynı fikri zihniyet (bilinç) üzerinde muhtelif zamanlarda
yazılmış çeşitli incelemelerden seçilerek oluşturulmuş; müslümanların
tarih yapıcı rollerini yeniden üstlenmelerini, ayrıca sadece
kendi kaderlerini değil, diğer insanların da kaderlerini çizme
işine yeniden soyunmaları lâzım geldiğine vurgular yapan bir eser
görünümündedir.
"Ümmetin
Geleceğini Sorgulama: Alternatif Gelecekler Çalışmasına Yaklaşım
ve Teorik Modeller Araştırması" başlığını taşıyan ilk makalede
Üstad Inayetullah (a.g.e., s. 56), özetle şu tezleri savunmaktadır:
Bugün batıyı
saran hatta sarsan modernizmin kısıtlayıcı paradigması geleceğe
dair tek yönlü doğrusal tasvirleri, feodalizmin, monarşinin ve dışa
kapalı gelenekselciliğin dışında alternatif yolların görünemezliğinde
yaşanan bıkkınlığı, onu derin bir vizyon/itibar bunalımına (buhrana)
sokmuştur.
Bu yüzden
müslümanların İslâmı, kişi ile Allah arasındaki münasebeti ayrıntılı
olarak açıklayan bir din olmasının yanında, insanların birbirlerine
karşı, tabiata karşı, nasıl davranmaları gerektiğini öğütleyen
bir medeniyet olarak algılayarak (idrak ederek) onların tarihi
bir vizyon/itibar kazanımı içinde olabileceklerinin altını çizer.
O'na göre
İslâm'ın alternatif bir geleceğe olan ilgisi, geçmişin değerini düşürmeyeceği
gibi onun her zaman geleceğe dönük bir dünya görüşüne sahip olması,
gelecek için dünya çapında bir model haline gelme gücünü içinde barındırır.
Mehdi
el-MENDİCRE (a.g.e., s. 84) imzasını taşıyan ikinci makalenin başlığı
ise "İslâm Dünyasının Geleceği" şeklindedir.
İslâm'ın çeşitli
tanımları; içtihad kapısının kapanması, değişimin zaruriliği,
dünyada oluşan belirgin değişimler, İslâm dünyasında hâlâ var olan
temel eksikliklere ve problemlere, alternatif çözümler sunan bu
makalede, kıymetli araştırmacının bid'at ve ibda kavramlarını birbirine
karıştırmaktan kaçınmamızı, çünkü ilkinin İslâm'ın temel doktrinlerini
ihlal eden bir fikir ve davranış olduğunu, ikincinin ise tam tersine,
toplumun gelişmesini ve canlanmasını sağlayan değişiklik ve yenilikler
yapmak anlamına geldiğini, değişimi kabul etmeyen canlı bir organizmanın
ise, yok olmaya mahkûm olduğunu ifade eder. Savunduğu tez için Haşr:
59/18, Rad: 13/11, Fussilet: 41/53 gibi bazı ayetleri de referans olarak
gösterir.
Yeni bir
çağda eski gündemleri yeniden tanımlayarak işe başlayan 21. Yüzyılda
müslümanları tehdid eden iktisâdi, sosyo-kültürel ve siyasi üç tehdidden
bahsedersek, HİCRET modelini öneren kitabın üçüncü makalesinin
konusu, "İslâmi Diriliş ve 21. Yüzyıl" başlığını taşıyor.
Makale Hüseyin MUTALİB (a.g.e., s. 100) tarafından kaleme alınmış.
Kitabın
son makalesinde ALİ M. MAZRUİ yoğun olarak, Francis FUKUYAMA'nın National
Interest dergisinde yayımladığı "The end of History" (Tarihin
sonu) adlı makalesinde savunduğu, bugün bütün dünyanın liberal
demokratik-kapitalist bir sisteme doğru ilerlediği ve bu sistemin
insan evriminin son sosyo-politik değerler dizisi olduğu tezini
tartışır.(a.g.e., s. 130)
Bu tez ile
İslâm dünyası arasında bağlar kurarak acaba İslâm dünyası da mı Liberal
kapitalist demokratik sisteme doğru ilerliyor? Yahut İslâm, insanlık
tarihini neticelendiren alternatif bir paradigma sunabilir mi?
şeklinde sorular sorar.
20. Yüzyılda,
Batının emperyalizmine büyük bir kültürel direniş gösteren
İslâm'ın, aynı direnişi Batılı Liberal Demokrasiye karşı gösteremediğini
ve sekülarizm karşısında görülen direnişin kapitalizm karşısında
görülemediğini iddia eder.
Bugün birçok
müslüman ilahiyâtçının İslâm'da liberalleşme ve reform konusunda kafa
yorduğunu söyleyerek, İslâm'ın sosyal ve siyasî teorisinin statik
olmaktan çok reform, yenileşme ve uyarlama için birçok mekanizmayı
barındırdığını hatırlatır.
Kitabın
son paragrafı çok çetin, çetin olduğu kadar da hepimize zor bir sorumluluk
yükleyen iki soruyla nihayete erer.
"Bu yüzyılın
ilk yarısında biz, dünya adlı bu gemide yolcudan başka bir şey değildik;
hatta bazen zincire vurulmuş yolcular. Yüzyılın ikinci yarısında
ise, en azından bazılarımız mürettebattan olmaya başladı. Geminin
hareket etmesinde yahut gideceği yerin belirlenmesinde etkili
olmaya başladık. O halde Müslümanlar olarak kendimize şu soruları
sormamız gerekir: Bir kere daha geminin idaresini ele alabilir miyiz?
"Dünyanın" kaptanı olmaya hazır mıyız? (a.g.e., s. 130)
(*) S. İnayetullah, M. el-Mendicre, H. Mutalib, A. Mazrui, İslâm Ümmetinin Geleceği, İnkılâb Yayınları,
Kasım 1998
Nâci BEKTAŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder