27 Haziran 2015 Cumartesi

DÜRÜSTLÜK


DEĞERLER


AHLAK VE DEĞERLER EĞİTİMİ

İnsanla tanrı, insanla insan arasındaki ilişkinin ahlaki boyutuna dair normlar koyan bir varlıktır tanrı. Allah hem Fatırdır, hem de Rab, yani hem yaratıcı hem de her şeyin gerçek sahibi olarak terbiye edici (eğitici) dir. İnsan-Tanrı, insan-kainat ve insan-insan ilişkilerinde  var edilen ahlaki yasalarda  Allah Teala’nın rablığının bizlere yansımalarıdır.

Allah’ın kendi ruhundan (özünden) üfleyerek en güzel bir surette (biçim ve şekil) yarattığı bir varlık olan insan, şeytan(lar)’ın ve onun hareket alanı olan nefsi arzuların olumsuz baskısı altındadır.
Ahlaki normlar ve tüm sınırlamalar (insanın) bu olumsuz yönünü terbiye etmek (ıslah) ruhu da nefsin bu tasallutundan korumak için var olan ‘değerler’ dir.  

Kur’anı Kerim  bu etik değerlerin insanoğluna tekrar hatırlatıldığı kutsal kitapların (yazılı mesaj) son halkası, Kur’an da yer alan kıssalar da bu değerlerin hikayesinin yaşam içindeki formuyla bize sunumudur diyebiliriz. Yani hikayelerin kahramanları, hep iyi, kötü ve zaaflarıyla –isimleri ne olursa olsun- “insan” dır.

Sonuç olarak İslam dinini  ahlaki değerler bütünü, müslümanı  bir ahlak insanı olarak tanımlamak, insani ilişkilerde temel ölçünün (kıstas) de  ahlaki kaideler olduğunu söylemek mümkündür.

Din Güzel Ahlâktır
İnsana yakışan davranış tarzı onun ahlâki açıdan tam anlamıyla olgun ve dengeli olmasını gerektirir. Ahlâkî olgunluk normali, yani olması gerekeni; ahlâkî zaaf ise anormali, yani olmaması gerekeni temsil etmektedir.

Toplum hayatımızda her şeyi ile örnek olmasını becerebilen insanlara ahlâklı insan derken, toplumsal hayatımızı düşmanlıkla, kinle, gıybetle, yalancılık ve rüşvetle bozanlara da ahlâksız insan diyoruz.

Ahlâklı insanlar kendi menfaatleri için başkalarına asla zarar vermeyen insanlardır. Ahlâklı insanlar hırsızlık, dolandırıcılık ve rüşvet gibi toplum hayatını yaralayan, çökerten davranışlarda bulunmayan insandır.
Ahlâklı insanlar kendilerini düşündükleri kadar etraflarındaki insanları da düşünen ve onlara yardımcı olan insanlardır. Ahlâksız insanlar ise, sadece “ben” diyerek bencilliği- egoistliği ilke haline getirerek hem kendini hem de çevresindeki insanları mutsuz eden hasta ruhlu insanlardır.

Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim’de iman etme ve ardından salih amel de (güzel davranış) bulunmayı birbirinden hiç ayırmamıştır. İmandan bahsettiği her yerde aynı zamanda güzel davranıştan da bahsetmiştir. Çünkü güzel davranış imanın bizim hayatımızdaki somut görüntüsüdür. Güzel davranış olarak görünmeyen bir imanın varlığı şüphelidir. Çünkü şâhitten mahrumdur.

Allah Teâlâ güzel davranışın insanları saadete ulaştıran en önemli ahlâkî davranış olduğunu bize sunmaktadır.
Büyüklerimizden nasıl sevgi görüyor isek, biz de onlara saygılı olmalıyız. Doğru konuşmalı, doğrularla beraber olmalıyız. Arkadaşlarımızla konuşurken asla kırıcı olmamalı, yanlış anlaşılabilecek sözler söylememeliyiz. Yapıcı ve yaratıcı işler yapmalı, faydasız şeylerin peşine düşmemeliyiz. Hiçbir şeyi “desinler” diye yapmamalı, içten gelen bir samimiyetle yapmalıyız. İnsan kardeşlerimiz bizden yardım istediklerinde yardım etmeli, onlara bizim için çok değerli olduklarını sözlerimizle olduğu kadar, davranışlarımızla da göstermeliyiz.

Sevginin bir fedakârlık olduğuna inanarak, öncelikle Allah’a karşı, sonra da tüm insanlara karşı sevgi duyarak, bize verilen vazifeleri hakkıyla yerine getirmeliyiz. Güzel  davranışlarda bulunan insanların hem bu dünyada hem de Ahiret’te mükâfatlandırıldıklarına; çirkin davranışlarda bulunanların ise, hem bu dünyada rezil olduklarına hem de Ahiret’te cezalandırıldıklarına iman edelim. Bu imanla hep güzelin, güzel sözün ve güzel davranışın güzel örnekleri olalım.

Ahlâk Ve Değerlerin Öğretimi
Ahlâk, bir toplum içinde kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları davranış biçimleri ve kuralları, değer  ise yüksek, yararlı ve manevî nitelikler demektir. Dinlerin ortak ahlâkî değerleri olduğu gibi birbirinden farklı değerleri de vardır. Bununla birlikte, ahlâkî değerleri yerleştirmek ve yaymak  için gelmiş olan dinlerle ahlâk ve değerler arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. İslâm, güzel ahlâkı tamamlamak için ve insanî değerleri yüceltmek için gönderilmiştir.  Bu açıdan dinin öğreniminde ve dini eğitimde  “Ahlâk ve Değerler” alanı önemli bir yer tutar.
Öğrenciler bu öğrenme alanıyla genel olarak değerlerin farkına varır, din-değer ilişkisini yorumlayarak kişilik ve toplumsal gelişimde değerlerin önemini kavrar. Aile içi görev ve sorumluluklarının bilincine varır ve Hz. Muhammed'in bu konudaki örnek davranışlarından modellemelerde bulunarak sonradan pişman olacakları hataları yapmamaya çalışırlar.. Hak ve özgürlüklerin birey ve toplum için önemini kavrar, onlara saygı duyar ve kul hakkı ihlâllerine  karşı duyarlı olurlar. Varlık sebebi kamu haklarını gözetmek ve kimsesizlerin kimsesi  olmak olan Devlete karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirirler. İnsanın hata yapabilen bir varlık olduğunu, ancak asıl erdemin yapılan hatadan dönmek ve hata edeni bağışlamak olduğu bilincine varırlar.

                                                                                                                                     NACİBEKTAŞ

DİNİ EĞİTİMİN NİTELİĞİ

Dünya üzerinde yaşayan toplumlara baktığımızda hemen her toplumda göze çarpan karakteristik olumsuz bazı özellikler var. Nedir bunlar? Rüşvet, adam kayırmaca, aldatma, cinayet, sömürü, hırsızlık, haksız kazanç vs…

Nasıl ki, zihnimizdeki kelime ve kavramlar tek başlarına yahut gelişigüzel bir araya geldiklerinde hiçbir anlam ifade etmiyor ve fayda sağlamıyorlarsa; aynı şekilde ortak değerlere sahip olmayan fertlerden oluşan bir toplum da sağlıksız ve dengesiz olur. Meselâ sadece menfaat birliği etrafında toplanan insanlar, menfaatleştikleri sürece ortak hareket ederler. Ancak menfaatleri çatıştığı takdirde, birliktelikleri sona erer, dağılır ve  birbirlerine düşman olma noktasına dahi gelebilirler.

Kötü ve çirkin şeyleri ifade etmek için kullanılan kelime ve kavramlar top yekûn bir araya geldiklerinde nasıl ki çirkin, kaba, asla hoşa gitmeyecek ve kabul görmeyecek acayip tuhaf bir takım ifadelere dönüşürse; aynı şekilde bozuk karakterli, kendini bilmeyen eğitimsiz, din eğitimi almamış, dinî ve ahlâkî değerlerden yoksun fertlerin oluşturduğu bir toplum da, düzeni bozuk, dengesiz, her türlü kötülüğün, çirkinliğin haksızlığın, adaletsizliğin, zulmün, sömürünün kısacası koyu  cehaletin yaşandığı bir sistem haline gelir.

İnsanlara en yüce ortak değerler sunan ve onlara en iyi yaşam tarzının yolunu gösteren yegâne kurum dindir. Allah katında kâmil din ise İslâmdır.

İlk çağ filozoflarından Eflatun, Kanun adlı eserinde (toplumun ıslahı için) maddî yaptırımların tek başına yeterli olamayacağını, asıl manevî yaptırımların gerektiğini, bunu da ancak dinin sağlayabileceğini söylüyor.

Eflatun toplumda yaşanan her türlü bozukluğun dinsizlikten, Tanrıya inanmamaktan ileri geldiğini, iyi bir toplum düzeni için öncelikle dinsizliğe karşı savaş açılması gerektiğini ileri sürer.

(Manevî yaptırım: İnsanın ıslahına yönelik telkinlerde bulunarak onun vicdanını harekete geçirmek, davranışlarından dolayı sorumluluk duymasını sağlamak olsa gerek.)

Son yıllarda yapılan bazı bilimsel araştırmalar doğmamış bir bebeğin dış faktörlerden etkilendiğini ve insanın karakterinin ana rahminde iken şekillenmeye başladığını ortaya koymakta.

Atalarımız “insan 7’sinde ne ise 70’inde de odur” demişler. Burada 7’sinde kelimesinin altını çizmek istiyorum. Bu rakam insan şahsiyetinin büyük oranda şekillendiği bir yaştır. Bundan sonra alacağı her türlü eğitim bunun üzerine bina edilecektir.

Eğitimi insanın şahsiyetini geliştirmek, karakterini şekillendirmek, maddî ve manevî hayata hazırlamak olarak tanımladığımıza göre, bu şekillendirmeyi en iyi en doğru ve en sağlıklı biçimde yapmamız gerekir. Bunu bize sağlayan en mükemmel eğitim şekli ise bize göre dinî eğitimdir. Çünkü Vicdanlara hükmedebilen yegâne güç imandır, Allah korkusudur. Yani dindir. Din beni-bizi programlayan, yönlendiren bilgidir. Örneğin zulme karşı koyma noktasında gerektiğinde hayatımı tehlikeye atacak yahut feda edecek şekilde beni-bizi harekete geçiren motivasyon, kaynağını dinden alır.  İnançlarımız bizim kendi kişisel tercihlerimizdir. Dolayısıyla bizi sorumlu kılar. İnancı gereği başını örten bir öğretmen başını açmakla,  öğretmenlikten vazgeçme, işini kaybetme arasında bir tercih yapmak zorunda bırakıldığında, eğer başörtüsünü tercih ediyorsa, ona bu tercihi yaptıran güç de yine dindir.

Dini Eğitim Nedir?

ü Davranışları vahye göre düzenleme - Ahlaki eğitim: Dünyanın neresinde olursa olsun her ahlaki davranışın (huyun) bir kültürden, her kültürün ise muhakkak bir dinden kaynaklandığını bilerek, ahlaki davranışlar için tek kaynak olarak vahyi - ilahi bilgiyi görebilsin.
ü İnsanı ictimaileştirme - sosyalleştirme eğitimi: İnsanın bu dünyadaki hedefinin de öbür dünyadaki hedefinin de saadeti bulmak, huzurlu ve mutlu yaşamak olduğunu bilip bunun sadece mal-mülk ve servetle mümkün olamayacağını; aynı zamanda cemaatleşmenin , dolayısıyla paylaşmanın ve yardımlaşmanın gerekli olduğunu görebilsin.
ü Huzurun, dengenin , iç barışın temini , dinginlik  eğitimi: Ruhun dinlenmesi - rahatlaması, gıdalanması ve enerji depolamasının ancak dua ederek – Allah’ı hatırlayarak, sadaka vererek ve bedeni ihtiraslardan uzak durarak mümkün olabileceğini görebilsin.
ü İnanç eğitimi:Ancak Allah'a bağlı bir yüreğin her zorluğu yenebileceğine inanarak her türlü güçlüğe ve sıkıntıya karşı bitmeyen bir ümit duyabilsin. Çünkü ; İnsan ancak istidadının  (kabiliyetinin ) elverdiği ve gücünün yettiği kadar çalışırsa Allah'ın vergisini kullanmış olur. Fakat bunu hakkıyla kullanmaya, çoğu zaman başaramamak korkusu engel olur. Başarmak için ise beceriksizlik kuşkusunu atmak gerekir. Başarı, insanın kendi yürekliliğine bağlıdır. O da en çok inançla beslenir."inanıyorsan mutlaka en üstünü sensin"
ü  Neyi neden yaptığını bilme - Hedef amaç eğitimi: En uzun yol nereye gittiğini bilmeden gittiğin yoldur. İnanç insana doğru yoldan ( Sırat-ı mustakim ) daha rahat ve emin bir şekilde gideceği yeri - hedefi gösterir.
ü Güven ve tazelenme - İrade eğitimi: Dua eden insan kısıtlı ( dar ) varlığının çerçevesinden dışarı çıkarak Allah'ın sonsuz büyüklüğüne yönelir. Bütün ümitler orada tazelenir. Kırılmış iradeler yepyeni bir kalıba dökülür."Peki kimdir darda kalana , kendine yakardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntısını gideren ......"..Neml / 62 
ü Aşırılıklardan arındırılmış saf ve berrak bir zihin kazandırma- Zihin tezkiyesi: Doğrunun yanlış gibi yanlışın doğru gibi görüldüğü; iyinin kötü , kötünün iyi gibi göründüğü; güzelin çirkin, çirkinin güzel gibi göründüğü bir devirde berrak ve saf bir zihne sahip olmak ve hep isabetli davranmak yetisini kazanabilir. " Siz ey imana erişenler ! Eğer Alllah' a karşı sorumluluk bilinci içinde olursanız, O size hakkı batıldan ayırmaya yarayan bir ölçü (değerlendirme yeteneği - hikmet ) bahşedecek ve kötü işlerinizi silip örtecek, sizi bağışlayacaktır. Çünkü Allah, bağış  ve cömertliğinde sınır olmayandır." Enfal /29
ü Sağlam bir inanç ve fıtrata -yaratılışa -uygun bir ahlak eğitimi: Din ( İslam ) batıl olan ( çürük - temelsiz ) her şeyden uzaklaşmak ve hak olana dönmek ve Allah'ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davranmak olarak tariflendiğine göre, her zaman insanı her türlü olumsuzluktan alıkoyan tek pusula olma konumundadır. "Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde ( hak olan ) dine çevir ve Allah'ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran; (ki) Allah'ın yarattığında bir bozulmaya ve çürümeye meydan verilmesin. Bu sahih dinin gayesidir.Ama çoğu insanlar onu bilmezler." Rum /30


NACİBEKTAŞ

DİN EĞİTİMİ Mİ “DİNİ EĞİTİM Mİ” ?

Bize göre bir edebiyat hocasının örneğin “rüzgâr” kelimesini anlatırken “kuvvetin görülmez elle tutulmaz bir ruhu olan kahraman rüzgâr…” şeklinde bir anlatımla ifade eden Ömer Seyfettin’i tercih etmesi bir dinî eğitimdir.

Bir fen  bilgisi öğretmeninin tabiatı işlerken onun dengesinden ve yaratıcı ile olan direk ilgisinden Bir müzik öğretmeninin öğrencilere öğrettiği müzik parçalarında sürekli işlediği ve vurguladığı temalardan  söz etmesi, buna özellikle vurgu yapması aynı şekilde dinî bir eğitimdir.

Bu örnekleri Freud’un anlayışlarını anlatan bir psikoloji hocası için, Darwin’in evrim teorisini tek geçerli teori olarak kabul edip, bir inanç haline getiren biyoloji hocaları için de söyleyerek çoğaltmak mümkün.

Demek istiyoruz ki, branşı ne olursa olsun, her eğitimci eğittiği kişileri  inandığı dinin ahlâkî değerler sistemine, felsefesine göre yönlendirir.    Branşı ne olursa olsun her eğitimci nasıl bilgilendi (programlandı) ise eğiteceği kişileri de o bilgiye göre programlar.
Yani eğitimci kendisini programlayan bilgi ile yaptığı her işte, söylediği her sözde seçici davranır, bir dayanak noktasına göre hareket eder. Bu dayanak vahiy de olabilir, o güne kadar edindiği kültür- felsefe de olabilir.
Bu seçiciliğe örnek olması babında birkaç kelimenin farklı sözlüklerdeki tanımlarına dikkatinizi çekmek isterim.
 İnsan
, bir sözlüğe göre “akıllı ve düşünme yeteneği olan en gelişmiş canlı”; bir başka sözlüğe göre “akıl ve fikir sahibi, konuşarak anlaşan yaratık, Ademoğlu, beşer”.
Ruh, bir sözlüğe göre “dinlerin ve dinci(!) felsefelerin insanda vücutta ayrı bir varlık olarak kabul ettiği, canlandırıcı ve etkin ilke.” Bir başkasına göre ;”insan vücudunda bulunan ve hayatın temeli ve sebebi olan gayri maddi cevher.”
Örneğin TDK sözlüğünde Ahiret , Kabe vb. kelimeleri bulamayabilirsiniz fakat bit kelimesinin açıklamasını bulabilirsiniz.  Bu kesinlikle bilinçli bir seçiciliktir.  Bu seçiciliğe bazı davranışlardan da birkaç örnek vermek isterim.
1 .
Bir müzik öğretmeni öğrencilerine insan sevgisi ve ALLAH sevgisine dair ezgilerde öğretebilir “Esnaf Karısı Binnaz”ı da  öğretebilir.
2 .
Bir tarih öğretmeni Osmanlı düşmanlığı yaparak ecdadını inkarda edebilir iyi ve kötü yönleriyle Osmanlıyı inceleyerek dersler almaya da çalışabilir.
3
. Bir  sosyal bilgiler öğretmeni Laikliği “dinin kamuya ait işlere ve kurumlara sokulmaması” olarak ta tarif edebilir, “devletin-kamu otoritesinin ülkedeki tüm inançlara ve inanç sahiplerine  cemaatlere aynı oranda saygı göstererek, onların inançlarını serbestçe yaşamalarına imkan sağlama olarak ta tarif edebilir.

Eğitimde Tanrının öğretmenliğine alan açmak anlamında  “Dini Eğitim” 

İnsanın eğitiminde Tanrının öğretmenliğine alan açmaktan kastımız talim ve terbiye anlayışının Allahın insanlık için her daim koyduğu inanç ve esaslara göre formatlanmasıdır.
Bu anlayışa göre insan kendisini  her şeyden evvel yaratılmış bir varlık (Tanrı Projesi)  olarak  görmeli  okuma (düşünme ve keşfetme) ve hayatı programlama  görevini kendine misyon edinmelidir.   
İnsanı var eden Yüce Yaratıcının projesini gerçekleştirebilmesi için insanın öncelikle öğretmenini (Muallim)  tanıması-tanımlaması ve  O’nu aynı zamanda terbiye (mürebbi) ve te’dib edici (müeddib) olarak görmesi gerekir.
Çünkü insanla tanrı, insanla insan arasındaki ilişkinin ahlaki boyutuna dair normlar koyan bir varlıktır tanrı.
Tanrının projesi, insanı her hata yaptığında cezalandırarak ve  kısmen de affederek sürekli bir eğitimden geçirerek onu layık olduğu makama ulaştırma projesidir.

Dini eğitim ise bu projede ya öğrenci olarak ya da öğretmen olarak görev almaktır.
Din eğitimi bir öğrenim (talim), dinî eğitim ise eğitimin (terbiye) kendisidir. Zira öğrenim bilgilenme, bir şeyin bilgisini edinme anlamına gelir. Hepimiz devamlı bir öğrenme süreci içindeyiz. Dolaylı ya da dolaysız olarak, farkına vararak ya da varmadan çeşitli faktörlerin zihnimize, bilinç altımıza yüklediği bilgileri edinmekteyiz. Meselâ, reklamlar, işittiğimiz bir melodi, gördüğümüz bir resim, afiş vs. Bilinç altımıza yerleşen bilgi bir öğrenmedir. Ortaya çıkmasını gerektirecek şartlar oluşmadığı müddetçe deaktiftirler fakat şartlar müsait olduğunda aktif olurlar.   

Eğitim ise, olumlu davranış değişikliği kazanma, tavır ve davranış geliştirme, olumsuz, gereksiz yahut faydasız davranışları değiştirmedir. Öğrenmenin davranışa yansımasıdır, teorinin pratiğe, bilginin hayata dönüşümüdür.
Örneğin din eğitimi, namazın farz olduğunu, şartlarını ve nasıl kılınacağını öğretir. Bu bilgiye sahip olan bir insan bu konuda din eğitimi almıştır. Ama aynı insan  bütün bu bilgilere sahip olmasına ve namaz kılmanın inanan bir insanın en önemli vecibelerinden birisi olduğuna da inanmasına rağmen  eğer namaz kılmıyorsa, dinî eğitimi eksik demektir. 

Bu gün ülkemizde faaliyet gösteren Kur'an kursları, İHL’ler ve İlâhiyat fakültelerinde yapılan şey din eğitimidir, yani bu kurumlar dinin itikat, ibadet ve ahlaki umdelerinin öğretilmesini sağlarlar.
Halbuki dini eğitim insanı beşikten mezara kadar yaşamının her döneminde ve her anında  etkileyen, etkilemekten öteye yönlendiren ve belli bir inanç ve fikre dayalı olarak olumlu davranışa (salih amel) sevk eden kuvvettir.

Eğitimi insanı şahsiyetini geliştirmek, karakterini şekillendirmek, maddî ve manevî hayata hazırlamak olarak tanımladığımızda, bu şekillendirmeyi en iyi en doğru ve en sağlıklı biçimde yapmamız gerekir. Bunu bize sağlayan en mükemmel eğitim şekli ise bize göre dinî eğitimdir. Çünkü Vicdanlara hükmedebilen yegâne güç imandır, Allah korkusudur. Yani dindir.

Sözün özü Mürebbi ve Müeddib olan Yüce Yaratıcının terbiye edip edeplendirdiği insanı layık olduğu makama ulaştırma eylemi olan eğitimin hakkını verebilmemiz için Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in deyimiyle yeryüzünün öğretmeni olabilmemiz için gökyüzünün öğrencisi olmamız lazım.
                                                                                        NACİ BEKTAŞ


23 Haziran 2015 Salı

DİN KÜLTÜRÜ EĞİTİMİNİN AMACI

Örgün eğitim kurumlarımızda din öğretimi, bir bilgi verme vasıtası olmakla beraber, aynı zamanda insanın bilgi elde etme yollarını ve aklını kullanma kabiliyetini geliştiren bir süreç olmalıdır. Bu noktada karşımıza din öğretiminin önemli bir amacı çıkmaktadır: “Yetişmekte olan nesle din hakkında doğru bilgi vermek ve gençleri bilinçlendirmektir.” Kendilerine sunulan alternatifleri inceleyebilmeleri için öğrencilerin bakış açılarının geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Gençler körü körüne uygulayıcı olmamalıdır. Onlar, bilginin hangi amaçla, kim için, nasıl bir dünyada kullanılabileceğini sorgulayacak biçimde yetiştirilmelidir. Gençlerin, özellikle inanç ve hayat konusundaki tercihlerini özgür olarak yapabilmeleri din öğretiminin esas amacıdır; bilinçli dindarlık da budur. Bu amaçlara uygun olarak din öğretimi, öğrencinin kendi akıl yürütme gücünü kullanarak varlıklar içindeki konumunu belirlemesine katkıda bulunur.


Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretimi Nasıl Bir Eğitimdir?

  • Din Eğitimi dini inançların hurafelerden tamamen arındırılarak kaynaklara uygun bir formda öğretilmesini hedefleyen bir inanç eğitimidir.
  • Din Eğitimi davranışları  fıtrata -yaratılışa  uygun  hale getirmeyi hedefleyen bir ahlak eğitimidir.
  • Din Eğitimi öğrencilerin kendisiyle ve çevresiyle barışık, aktif ve her açıdan olumlu birey olmalarını hedefleyen bir sosyalleştirme eğitimidir.
  • Din Eğitimi huzurun, dengenin, iç barışın teminini hedefleyen bir dinginlik  eğitimidir.
  • Din Eğitimi neyi neden ve niçin yapmamız gerektiğini öğretmeyi hedefleyen bir  hedef -amaç eğitimidir.
  • Din  eğitimi aşırılıklardan  ve her türlü taassuptan arındırılmış, saf ve berrak bir zihin oluşturmayı hedefleyen bir denge eğitimidir.
Din Kültürü Derslerinde Dikkate Aldığımız Temel Esaslar
  • Dinin evrensel barış kültürünün yerleşmesinde ve hoşgörü ortamının oluşturulmasındaki katkılarını vurgulamak
  • Öğrencilerin dini ve ahlâki  konularda akılcı ve eleştirel bir yaklaşım sergilemelerini hoşgörmek.
  • Dinimizin  her zaman ve yerde hakkaniyete ve adalete dayanarak  "hukukun üstünlüğünü" esas aldığını vurgulamak.
  • Toplumdaki farklı dinî anlayış ve yaşayışları bir zenginlik olarak görüp sosyal bir olgu olarak kabul etmek.
  • İbadetlerin bireye iç huzuru sağladığını ve kişinin kendine güveni geliştirdiğini ve insan davranışları üzerindeki olumlu etkilerini  fark etmelerini sağlamak
  • Onlara kader kavramını yanlış yorumlayarak sorumluluktan kaçınılamayacağı bilincini vermeye çalışmak
  • İnsanın Allah ile iletişim kurmada hiçbir vesileye, aracıya ihtiyacı olmadığını her insanın dua ederek Yüce Yaratıcıya ulaşabileceğini anlatmak.
  • Aklın, dinî sorumluluğun temel şartı olduğunu; bilimsel bilgiyi teşvik ettiğini  din ve bilimin insanların mutluluğu için olduğunu fark ettirmek.
  • Doğru dinî bilgiler ile batıl inanç ve hurafelerin karıştırılmaması için yerinde uyarı ve ikazlarda  bulunmak.
  • İnsanlığa rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’in (SAV), İslâm dininin doğru anlaşılması ve uygulanmasında bizler için en güzel örnek olduğunu vurgulamak..
  • Kur’anın, insanın, kendini ve insanlığı, eşyayı, olay ve olguları doğru anlamasına, doğru düşünmesine imkân sağlamak; evrendeki konumunu doğru tespit etmesine yardımcı olmak için Allah tarafından gönderilmiş bir öğüt ve uyarı kitabı olduğunu vurgulamak.
  • İslâm’ın güzel ahlâkı tamamlamak doğruluk, adil olma, fedakarlık, hoşgörü, cesaret, diğergamlık, sabır ve cömertlik gibi yüksek insanî değerleri yüceltmek için gönderildiğini  anlatmak.
  • Kur’an’ın temel amacının insana doğru bilgi, doğru inanç ve doğru davranış kazandırmak olduğunu ayetlerle  anlatmak.
  • Alkol, uyuşturucu, kumar vb. haram edilen zararlı alışkanlıkların, insan hak ve özgürlüklerin kullanımını engellediğini  örneklerle anlatmak
  • Tövbe ve bağışlamanın Allah’a, insanlara ve bütün varlıklara karşı sevgi ve yakınlık   kazandıracağı ve bağışlamayı başaran bireylerin oluşturduğu bir toplumda hoşgörünün hâkim olacağını anlatmak.
  • Yapılan iyiliklerin kötülükleri giderdiğini söyleyerek öğrencilerin güzel davranışlar geliştirmelerini sağlamak.

                                                                                        NACİBEKTAŞ

SÖZÜN ÖZÜ, ÖZÜN SÖZÜ - 3

Değerler gökteki yıldızlar gibidir onlardan habersiz olsan bile onlar seni aydınlatmaya devam ederler.

Biz içinde yaşadığımız medeniyeti “değerlerimize” göre değil değer verdiğimiz şeylerle inşa ediyoruz.

Değerler pazarda satılmaz, pazarda pazarlanmaz, pazarlanan şey “değer” değil değeri olanlardır.

Dürüst olmak bakışlarımızla gözlerimizin, kalplerimizle akıllarımızın aynı şeyi söylemesi ve yapıp ettiğimiz her şeyin vicdanlarımızda mahkeme edilerek beraat etmesidir. 

Evet sorumluluklarımız zamanımızdan çok fazla ama inançlarımız ve hayallerimiz her türlü engeli ve zorluğu aşacak kadar güçlü ve sağlam.

Gökyüzünden inen yağmurun bile arkasında bulutların sorumluluk aldığını, bulutlara ise bu sorumluluğu veren ilahi bir sorumlu olduğunu gören insanlar olarak inanıyoruz ki; yeni bir medeniyetin inşası,  geçmişin tecrübesini sırtına değil zihnine yükleyenlerin ve her dem kendini taze tutabilenlerin elleriyle, gözleriyle ve gönülleriyle mümkün olacaktır.

İnsanlık tarihi değerleri baş tacı eden toplumların saadetine de ayaklar altına alanların felaketine de şahitlik yapar. Amacımız insanların değerleri yaşattığı bir dünyayı düşlemekten, değerlerin insanları yücelttiği bir dünyaya uyanmaktır.

İyi olmayı düşünmeyen ve benimsemeyen kişi meleklerin kendisine secde etmeyi kabullendiği varlık olmaktan öte İblis’in secde etmeyi layık görmediği bir varlıktır belkide.

Dürüstlük vicdanın kabul ettiği şeyi aklın da onaylamasıdır. Akıl ile kalbin aynı kararı vermesi nefsin de bu kararı değiştirmeden, ertelemeden, eksiltmeden tatbik etmesidir. Doğruluk ve dürüstlük dokuz köyden kovulsan bile onuncu köyü aramak,  hatta bulamasan bile bu köyü kurmanın hayaliyle yaşamaktır.

Yarışmak bütün canlı varlıklarda olduğu gibi insanın doğasında da var. Bir farkla ki insan sadece başkalarıyla değil aynı zamanda kendisiyle de yarış halindedir. İnsan başkalarını aşmaya çalışırken kendisini, kendisini aşmaya çalışırken de başkalarını aşar.

Kaleme ve yazdıklarına andolsun buyuran, denizler mürekkep olsa söyleyecekleri bitmeyen hakikatin ezeli ve ebedi var edicisinin dili ve soluğu olan vahyi ilahi midir yoksa yazı.

Gecenin zifiri karanlığından sabahın aydınlığını çıkaran, görünmeyeni görünür kılan, ölü toprağın içindeki tohuma can veren güneşin rabbinin eşyaya yazdıkları sır mı ola yoksa yazı.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                   NACİBEKTAŞ

İSLAM ÜMMETİNİN GELECEĞİ

KİTAP TANITIM

Eins­te­in'a ge­le­cek­le ne­den il­gi­len­di­ği so­rul­du­ğun­da sa­de­ce; "Öm­rü­mün ge­ri ka­lan kıs­mı­nı ora­da ge­çir­me­yi dü­şü­nü­yo­rum." de­miş­tir.
Evet bir gün ge­le­cek, ge­le­cek de ge­le­cek­tir. Bu inkâr edi­le­mez ger­çek, an­cak ge­le­ce­ği ön­ce­den ta­sar­la­yan, ta­rih­te oluş­muş olay­la­rı se­beb-so­nuç il­ke­le­ri­ne gö­re de­ğer­len­di­re­rek kuv­vet­le tah­min et­me­ye ça­lı­şan, her şey­den önem­li­si, ge­le­ce­ğin na­sıl ol­ma­sı ge­rek­ti­ği hak­kın­da kla­sik (mo­da­sı geç­me­yen) fi­kir­le­re da­ya­na­rak (va­hiy gi­bi) plan ve pro­je­ler oluş­tu­ran ki­şi ve top­lum­lar eliy­le şe­kil­le­ne­cek­tir sa­nı­rım.
Ge­le­cek üze­rin­de­ki ça­lış­ma­lar Ba­tı­da çok ye­ni olup, ikin­ci Dün­ya Sa­va­şı'nın so­nun­da baş­la­mış­tır. Ha­re­ket nok­ta­sı ise askerî amaç­lar­dır.
Sa­na­yi­leş­miş ül­ke­ler­de git­tik­çe ar­tan ge­le­cek ça­lış­ma­la­rı için ya­pı­lan bü­tün har­ca­ma­la­rın % 97'si; özel­lik­le eği­tim, dö­kü­man­tas­yon, ilmî araş­tır­ma ve uy­gu­la­ma alan­la­rın­da ol­mak üze­re bu ül­ke­ler­de ya­pıl­mak­ta­dır.
Üçün­cü dün­ya ül­ke­le­ri ise dün­ya­nın yüz­de 80'ini oluş­tu­ran nü­fus­la­rıy­la, ge­le­cek ça­lış­ma­la­rı için % 3'den da­ha az har­ca­ma yap­mak­ta­dır­lar.
Ger­çek­te, ge­le­ce­ğin stra­te­jik de­ğe­ri­ni önem­se­me­mek, az ge­liş­miş­li­ğin en önem­li be­lir­ti­le­rin­den bi­ri­dir. An­cak ka­rar­lı in­san­lar­dan oluş­muş bir top­lu­mun fa­a­li­ye­ti ola­bi­le­cek bu tür ça­lış­ma­lar, in­san­la­rın ge­le­cek­le­ri hak­kın­da dü­şün­me­le­ri­ni sağ­la­ya­cak imkânları el­de et­me­le­rin­den ve mey­da­na ge­ti­re­cek­le­ri top­lu­mun tü­rü üze­rin­de bir an­laş­ma­ya var­ma­la­rın­dan son­ra baş­lar. Bu an­la­yış­ta ol­mak da ta­bii ola­rak ge­liş­me­yi ge­ti­rir.
Yu­ka­rı­da­ki cüm­le­le­rin bir kıs­mı ge­le­ce­ğin stra­te­jik de­ğe­ri­ni önem­se­ye­rek ka­le­me alın­mış İs­lam Üm­me­ti­nin Ge­le­ce­ği(*) isim­li eser­den ya­pıl­mış alın­tı­lar­dır.
Bu da gös­te­ri­yor ki, bu ko­nu­da­ki ça­lış­ma­lar ba­tı dün­ya­sın­da ol­du­ğu gi­bi, ar­tık İslâm dün­ya­sın­da da ya­pıl­mak­ta­dır.
Biz ina­nı­yo­ruz ki İslâm, tek ba­şı­na de­ği­şim ve ye­ni­lik için ge­re­ken ye­ter­li mü­es­sir gü­ce sa­hip bir din ola­rak, top­lum­la­rın ge­liş­me­sin­de önem­li rol­ler oy­na­mak zo­run­da­dır.
İslâm dün­ya­sı­nın ara­yış için­de ol­mak zo­run­da ol­du­ğu ge­le­cek, bir za­man­la­rın par­lak me­de­ni­ye­ti­nin çö­kü­şü­ne se­bep olan kö­rü­kö­rü­ne tak­lit­çi­lik de­ğil, ye­ni şek­liy­le (ta­ze­li­ği ve ta­bi­i­li­ğiy­le) İslâm'ın ye­ni­den do­ğu­şu­na bağ­lı­dır. İslâm'ın ye­ni­den do­ğu­şu için ge­re­ken ye­ni pro­je­ler, ye­ni al­ter­na­tif ba­kış açı­la­rı ve bu ba­kış açı­la­rın­dan tes­bit edi­len se­çe­nek­ler üze­rin­de ya­pı­la­cak mü­ta­la­a­lar, ak­lı ba­şın­da, ferâset sa­hi­bi her müs­lü­ma­nın il­gi sa­ha­sı­na gi­re­cek­tir kuş­ku­suz.
Ge­le­ce­ğe dö­nük bir dün­ya gö­rü­şü­ne sa­hip ol­du­ğu­na inan­dı­ğı­mız İslâm ve mey­da­na ge­ti­di­ği İslâm Me­de­ni­ye­ti, özel­lik­le de­ğer­li araş­tır­ma­cı Zi­ya SER­DAR'ın "İslâmi Ge­le­cek­ler" (a.g.e., s. 57) üze­ri­ne ka­le­me al­dı­ğı pek çok eser­de gö­rü­le­bil­di­ği gi­bi, ay­nı za­man­da Mü­nev­ver Enes, Per­viz Man­sur, En­ver İb­ra­him, Sey­yid Hü­se­yin Nasr, Merryl Da­vi­es ve Mu­ham­med Ek­rem Han'ın muh­te­lif ma­ka­le­le­rin­de de sa­vu­nu­lan bir gö­rüş­tür. (a.g.e., s. 57)

Yu­ka­rı­da bah­si­mi­ze ko­nu olan İslâm Üm­me­ti­nin Ge­le­ce­ği isim­li ki­tap da ge­le­ce­ğe yö­ne­lik ay­nı fik­ri zih­ni­yet (bi­linç) üze­rin­de muh­te­lif za­man­lar­da ya­zıl­mış çe­şit­li in­ce­le­me­ler­den se­çi­le­rek oluş­tu­rul­muş; müs­lü­man­la­rın ta­rih ya­pı­cı rol­le­ri­ni ye­ni­den üst­len­me­le­ri­ni, ay­rı­ca sa­de­ce ken­di ka­der­le­ri­ni de­ğil, di­ğer in­san­la­rın da ka­der­le­ri­ni çiz­me işi­ne ye­ni­den so­yun­ma­la­rı lâzım gel­di­ği­ne vur­gu­lar ya­pan bir eser gö­rü­nü­mün­de­dir.
"Üm­me­tin Ge­le­ce­ği­ni Sor­gu­la­ma: Al­ter­na­tif Ge­le­cek­ler Ça­lış­ma­sı­na Yak­la­şım ve Te­o­rik Mo­del­ler Araş­tır­ma­sı" baş­lı­ğı­nı ta­şı­yan ilk ma­ka­le­de Üs­tad Ina­ye­tul­lah (a.g.e., s. 56), özet­le şu tez­le­ri sa­vun­mak­ta­dır:
Bu­gün ba­tı­yı sa­ran hat­ta sar­san mo­der­niz­min kı­sıt­la­yı­cı pa­ra­dig­ma­sı ge­le­ce­ğe da­ir tek yön­lü doğ­ru­sal tas­vir­le­ri, fe­o­da­liz­min, mo­nar­şi­nin ve dı­şa ka­pa­lı ge­le­nek­sel­ci­li­ğin dı­şın­da al­ter­na­tif yol­la­rın gö­rü­ne­mez­li­ğin­de ya­şa­nan bık­kın­lı­ğı, onu de­rin bir viz­yon/iti­bar bu­na­lı­mı­na (buh­ra­na) sok­muş­tur.
Bu yüz­den müs­lü­man­la­rın İslâmı, ki­şi ile Al­lah ara­sın­da­ki mü­na­se­be­ti ay­rın­tı­lı ola­rak açık­la­yan bir din ol­ma­sı­nın ya­nın­da, in­san­la­rın bir­bir­le­ri­ne kar­şı, ta­bi­a­ta kar­şı, na­sıl dav­ran­ma­la­rı ge­rek­ti­ği­ni öğüt­le­yen bir me­de­ni­yet ola­rak al­gı­la­ya­rak (id­rak ede­rek) on­la­rın ta­ri­hi bir viz­yon/iti­bar ka­za­nı­mı için­de ola­bi­le­cek­le­ri­nin al­tı­nı çi­zer.
O'na gö­re İslâm'ın al­ter­na­tif bir ge­le­ce­ğe olan il­gi­si, geç­mi­şin de­ğe­ri­ni dü­şür­me­ye­ce­ği gi­bi onun her za­man ge­le­ce­ğe dö­nük bir dün­ya gö­rü­şü­ne sa­hip ol­ma­sı, ge­le­cek için dün­ya ça­pın­da bir mo­del ha­li­ne gel­me gü­cü­nü için­de ba­rın­dı­rır.

Meh­di el-MEN­DİC­RE (a.g.e., s. 84) im­za­sı­nı ta­şı­yan ikin­ci ma­ka­le­nin baş­lı­ğı ise "İslâm Dün­ya­sı­nın Ge­le­ce­ği" şek­lin­de­dir.
İslâm'ın çe­şit­li ta­nım­la­rı; iç­ti­had ka­pı­sı­nın ka­pan­ma­sı, de­ği­şi­min za­ru­ri­li­ği, dün­ya­da olu­şan be­lir­gin de­ği­şim­ler, İslâm dün­ya­sın­da hâlâ var olan te­mel ek­sik­lik­le­re ve prob­lem­le­re, al­ter­na­tif çö­züm­ler su­nan bu ma­ka­le­de, kıy­met­li araş­tır­ma­cı­nın bid'at ve ib­da kav­ram­la­rı­nı bir­bi­ri­ne ka­rış­tır­mak­tan ka­çın­ma­mı­zı, çün­kü il­ki­nin İslâm'ın te­mel dokt­rin­le­ri­ni ih­lal eden bir fi­kir ve dav­ra­nış ol­du­ğu­nu, ikin­ci­nin ise tam ter­si­ne, top­lu­mun ge­liş­me­si­ni ve can­lan­ma­sı­nı sağ­la­yan de­ği­şik­lik ve ye­ni­lik­ler yap­mak an­la­mı­na gel­di­ği­ni, de­ği­şi­mi ka­bul et­me­yen can­lı bir or­ga­niz­ma­nın ise, yok ol­ma­ya mahkûm ol­du­ğu­nu ifa­de eder. Sa­vun­du­ğu tez için Haşr: 59/18, Rad: 13/11, Fus­si­let: 41/53 gi­bi ba­zı ayet­le­ri de re­fe­rans ola­rak gös­te­rir.

Ye­ni bir çağ­da es­ki gün­dem­le­ri ye­ni­den ta­nım­la­ya­rak işe baş­la­yan 21. Yüz­yıl­da müs­lü­man­la­rı teh­did eden iktisâdi, sos­yo-kül­tü­rel ve si­ya­si üç teh­did­den bah­se­der­sek, HİC­RET mo­de­li­ni öne­ren ki­ta­bın üçün­cü ma­ka­le­si­nin ko­nu­su, "İslâmi Di­ri­liş ve 21. Yüz­yıl" baş­lı­ğı­nı ta­şı­yor. Ma­ka­le Hü­se­yin MU­TA­LİB (a.g.e., s. 100) ta­ra­fın­dan ka­le­me alın­mış.

Ki­ta­bın son ma­ka­le­sin­de ALİ M. MAZ­RUİ yo­ğun ola­rak, Fran­cis FU­KU­YA­MA'nın Na­ti­o­nal In­te­rest der­gi­sin­de ya­yım­la­dı­ğı "The end of His­tory" (Ta­ri­hin so­nu) ad­lı ma­ka­le­sin­de sa­vun­du­ğu, bu­gün bü­tün dün­ya­nın li­be­ral de­mok­ra­tik-ka­pi­ta­list bir sis­te­me doğ­ru iler­le­di­ği ve bu sis­te­min in­san ev­ri­mi­nin son sos­yo-po­li­tik de­ğer­ler di­zi­si ol­du­ğu te­zi­ni tar­tı­şır.(a.g.e., s. 130)
Bu tez ile İslâm dün­ya­sı ara­sın­da bağ­lar ku­ra­rak aca­ba İslâm dün­ya­sı da mı Li­be­ral ka­pi­ta­list de­mok­ra­tik sis­te­me doğ­ru iler­li­yor? Ya­hut İslâm, in­san­lık ta­ri­hi­ni ne­ti­ce­len­di­ren al­ter­na­tif bir pa­ra­dig­ma su­na­bi­lir mi? şek­lin­de so­ru­lar so­rar.
20. Yüz­yıl­da, Ba­tı­nın em­per­ya­liz­mi­ne bü­yük bir kül­tü­rel di­re­niş gös­te­ren İslâm'ın, ay­nı di­re­ni­şi Ba­tı­lı Li­be­ral De­mok­ra­si­ye kar­şı gös­te­re­me­di­ği­ni ve se­kü­la­rizm kar­şı­sın­da gö­rü­len di­re­ni­şin ka­pi­ta­lizm kar­şı­sın­da gö­rü­le­me­di­ği­ni id­dia eder.
Bu­gün bir­çok müs­lü­man ilahiyâtçının İslâm'da li­be­ral­leş­me ve re­form ko­nu­sun­da ka­fa yor­du­ğu­nu söy­le­ye­rek, İslâm'ın sos­yal ve siyasî te­o­ri­si­nin sta­tik ol­mak­tan çok re­form, ye­ni­leş­me ve uyar­la­ma için bir­çok me­ka­niz­ma­yı ba­rı­ndır­dı­ğı­nı ha­tır­la­tır.
Ki­ta­bın son pa­rag­ra­fı çok çe­tin, çe­tin ol­du­ğu ka­dar da he­pi­mi­ze zor bir so­rum­lu­luk yük­le­yen iki so­ruy­la ni­ha­ye­te erer.
"Bu yüz­yı­lın ilk ya­rı­sın­da biz, dün­ya ad­lı bu ge­mi­de yol­cu­dan baş­ka bir ­şey de­ğil­dik; hat­ta ba­zen zin­ci­re vu­rul­muş yol­cu­lar. Yüz­yı­lın ikin­ci ya­rı­sın­da ise, en azın­dan ba­zı­la­rı­mız mü­ret­te­bat­tan ol­ma­ya baş­la­dı. Ge­mi­nin ha­re­ket et­me­sin­de ya­hut gi­de­ce­ği ye­rin be­lir­len­me­sin­de et­ki­li ol­ma­ya baş­la­dık. O hal­de Müs­lü­man­lar ola­rak ken­di­mi­ze şu so­ru­la­rı sor­ma­mız ge­re­kir: Bir ke­re da­ha ge­mi­nin ida­re­si­ni ele ala­bi­lir mi­yiz? "Dün­ya­nın" kapta­nı ol­ma­ya ha­zır mı­yız? (a.g.e., s. 130)

(*) S. İna­ye­tul­lah, M. el-Men­dic­re, H. Mu­ta­lib, A. Maz­rui,  İslâm Üm­me­ti­nin Ge­le­ce­ği, İnkılâb Ya­yın­la­rı, Ka­sım 1998

Nâci BEK­TAŞ

FAİZ VE RİBA

Fâiz, diğer ismiyle Ribâ  tüm kutsal kitaplarda olduğu gibi  Kuran-ı Kerim’de de haksız kazanç olarak sermayeyi elinde tutan tefecilerin darda kalan yoksul halk kitlelerini sömürmek için kullandıkları  bir enstrüman olarak kabul görmüştür.
Mekke döneminde hakim olan hayat tarzı ribânın (tıpkı günümüzde olduğu gibi) alışveriş (ticaret) olarak algılandığı, bu sebeple de meşru  görüldüğü bir sistemdi.
Müslümanlar Medine’de devlet oluşturduklarında borçlunun aldığı  paranın (dinar, gümüş) geri öderken artması olan riba her şekliyle yasaklandı. Devlet eliyle kurulan ekonomik sistemde, zekat, devlet vergisi olarak alınan sadakalar, karzı hasen (borcun bağışlanması), savaş ganimetlerinden beytul mala verilen  beşte birlik pay, gayrimüslim ülkelerden koruma parası olarak alınan cizye vb. enstrümanlar Medine İslam Devleti’nin iktisadi kaynaklarını oluşturdu. Alışveriş mübah fakat ribalı ilişkiler tamamen yasaklandı.

Günümüz Türkiye’sinde cari olan sistem Medine’de Müslümanların kendi elleriyle oluşturdukları sisteme değil de daha çok ribanın alış veriş gibi  görüldüğü  Mekke oligarşisinde cari olan sisteme benzemektedir.

Devlet bu sistemle iç içedir. Hatta bu sistem bankalarla devlet tarafından bizzat yürütülmektedir. Bir batak durumunda ise devlet vatandaştan aldığı vergilerle bankalardaki mevduat hesabını fonlamaktadır. İşçi, memur, dar gelirliden dolaylı veya dolaysız alınan vergilerle bankalar sübvanse edilmektedir.  Hatta üretici, sanayici ve ticaret erbabı da istemeden bu çarka hizmet etmektedir. Sömürü düzeninin olmazsa olmazı faizdir.
Devletin kendisi dara düştüğünde ise tahvil, hazine bonosu ve hisse senetleri satarak halktan sıcak para çekmekte vatandaş da devlete olan borcunu  kanuni faizle (?) geri ödemektedir.
Yani siz isteseniz de istemeseniz de bu sistemin dışına çıkmak gibi bir lüksünüz yoktur.

Öyle ise yapılması gereken nedir?
Yapılması gereken Uluslararası sistemle karşılıklı sermaye akışı sağlayarak küreselleşen ülkemizde Faizle çalışan tüm kurumları olabildiğince minimize etmek, kar zarar ortaklığına dayalı kurumları da olabildiğince maksimize etmektir. Unutmayalım ki 10 sene önce bu toprakların insanları % 70 lere varan bir faiz sarmalı ile boğuşurken şimdilerde  % 10 larda seyreden bir seviye ile karşı karşıyayız.

Her şeyini kendimizin ayarlayacağı bir Medine devletine hicret edemeyeceğimize göre. Yüzümüzü alışverişin helal ribânın ise haram edildiği anlayışa-inanca doğru çevirerek yola devam etmeliyiz. En yüksek kalkınma hızının ancak faizin sıfır olduğu noktada gerçekleşeceğini bilerek, meselenin ekonomik bir mesele gibi görülse de aslında tamamen siyasi ve ahlaki bir mesele olduğunu unutmayalım derim vesselam.
                                                                                                                                                                  NACİBEKTAŞ

22 Haziran 2015 Pazartesi

EĞİTİM ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNMEK

Gelişim için yenilenme ve değişimi göze almak.

Bu dönemde değişime hızla adapte olabilen, yenilikçi çözümler üretebilen, deneyimlerinden öğrenebilen, esnek kurum ve ekipler başarıyı yakalıyor. Değişim stratejilerini kağıt üstünde bırakmayıp uygulamaya geçirenler, yenilikçi düşünceyi ve değişimi kurum kültürü ile destekleyenler ve öğrenmeyi sürekli kılanlar başarılarını sürdürülebilir kılıyor.

Özetlersek önce bireysel gelişim sonra mesleki  gelişim en sonunda ise kurumsal  gelişim mümkün oluyor. Tabi ki ne olursa olsun ama değişim olsun anlamına da gelmiyor bu. Yenilenmeyi ve tazelenmeyi düşünenler için her şeyin yerinden oynamasını göze alarak  değişimi kabullenmek anlamına geliyor.

Kurum Felsefesi-Misyonu varlık sebebimizin anlamı.

Önce dînin ve aklın beğendiği huylar anlamında ‘Ahlak’  demeli, sonra bir şeyi hakkıyla bilmenin, anlamanın  yani hakikati kavramanın yolu  anlamında ‘ilim’ demeli,  daha sonra bir iş veya sanata ait özel kuralları ve incelikleri ve o konuda uyulması gereken dinî, ahlâki ve mesleki hüküm ve esaslar anlamında âdab’ demeli, em sonunda da doğru, iyi, yararlı sonuçlara ulaşmak anlamında ‘başarı’ demeliyiz

İnsan ilişkilerinin niteliğini geliştirmeden niceliğini geliştirmek.

Okulda insan ilişkilerinin niteliğini geliştirmek  örgüt olarak okulların varoluş nedenleridir. Bu doğrultuda okulların kendilerine bazı yasa ve yönetmeliklerle yüklenmiş olan örgütsel, yönetsel ve eğitsel amaçları vardır.  Okulda insan ilişkilerinin amacı, tüm ekibi sosyal, ekonomik, politik açılardan yöneltebilmek için takım çalışması yapmaya güdülemek olarak ifade edilebilir.

İnsan ilişkilerinin niteliğini geliştirmek için neler gerekir?

Çevrendeki insanlara saygı duymayı ve sevgi göstermeyi gerektirir.
Karar vermeden, talep etmeden önce empati yapmayı gerektirir.
Kötüye kullanmayı doğurmayan bir hoşgörüyü gerektirir
Marifetin iltifata tabi olduğu gerçeğinden hareketle kişiye ve işine ilgi göstermeyi gerektirir 
Her kesi nevi sahsına münhasır bir birey olarak kabul etmeyi gerektirir
Herkesin ben demeden önce  “ biz ” diyebilmesini  gerektirir 
Özüne sözüne güvenilen ve  güven veren olmayı gerektirir
Yaptıklarıyla söyledikleri, düşündükleriyle eylemleri aynı olan bir dürüstlüğü gerektirir
Adalet mülkün temeli ise eğer her kese layık olduğu kadar, hak ettiği kadar kıymet vermeyi yani adaletli olmayı  gerektirir.

Bilgi paylaşım kültürü oluşturmak

Bilgiyi bir organizasyonun kullanabileceği ortak bir değere dönüştürmenin ilk adımı olan bilgi paylaşımı, belirgin bir amaç için hemfikir bireylerin oluşturduğu bir grubu kapsayan; onların bilgi kaynaklarını, görüşlerini ve tecrübelerini paylaşma faaliyetinde bulunan, planlanmış ve yönetilmiş bir faaliyet olarak tanımlanabilir.
İtibar kaybetme korkusu,  iş güvencesini azalttığı yönünde korku, bilgi kaynakları ve alıcılar arasında iletişim ve etkileşim eksikliği, zaman eksikliği, güven duygusu eksikliği,  yönetim ve liderlik eksikliği gibi olumsuz insani güdüler  bir kurumda bilgi paylaşımını engelleyen en önemli faktörlerdir.
Bilgiyi gayrimenkul bir mülk olmaktan çıkarıp menkul bir mülke dönüştürmemek kazanç üzerinde Allah’ın hakkı olarak ifade edilen “zekatı” vermemek gibidir.  Çünkü borsada hareket ettikçe artan para gibi bilgide paylaşıldıkça artan bereketlenen bir nema gibidir.

Eğitim Koordinatörlüğü

Öğrenme ve öğretme etkinlikleri ile ilgili geçmiş - şimdi - gelecek yönelimli her türlü araştırma, proje, uygulama, izleme çalışmalarını yürütmek bu çerçevede kurumun eğitim felsefesi doğrultusunda ortak dili oluşturmak, eğitim öğretim faaliyetlerinde öğretmenlere destek vermek bu birimin genel amacıdır.
Eğitim öğretim sürecinin vazgeçilmez bir unsuru olan ölçme ve değerlendirme faaliyetlerine yön vermek, yeni öğretim yöntemlerinin öğretmenler tarafından kullanılmasını desteklemek buna yönelik öğretim politikaları geliştirmek, tüm öğrencilerin başarıyı yakalayabilmeleri için velilerle ve öğretmenlerle işbirliği yapmak, okulun akademik  gelişimi için sınıfların ve öğrencilerin  gelişimlerini ve gerilemelerini gözlemlemek ve gözlemler doğrultusunda öneriler geliştirmek,  öğretmenler arası veya zümreler arası eğitim ve öğretim odaklı iletişimi  geliştirmek bu birimin faaliyetlerindendir.

Etkili disiplin cezadan çok eğitimin işidir.

Disiplin, çocuğa istenilen davranış ve alışkanlıkları öğretmek, kendi kendini denetleme ya da iç denetimi sağlamaktır.
Disiplinli olma, bir durumu anlama, o durumda yapması gereken davranışa karar verme ve yetişkinlerin denetimi olmadan bu davranışı doğal bir biçimde uygulama yeteneğidir. Etkili disiplin, cezadan çok eğitimin işidir.
Bir kitabı anlamanın yolu onu dikkatlice okumaktan, bir müzik bestesi yapmak onla duygusal bir bağ kurmaktan geçer. Öyle ise öğretimi dikkatlice yapılan bir okuma faaliyetine  ve eğitimi ise duygulara hitap eden bir beste yapmaya dönüştürmek  gerekmektedir.
  • Disiplini uygulamada en önemli kural bir sonraki aşamada neyapacağını bilmektir. Herkes kuralları bilmelidir.
  • Bir şeyler değişmezse, hiçbir şey değişmez. Yaptığınız işleretkili değilse yanlış giden hiç bir  şey değişmez.
  • Okulda uygulanan toplam disiplin anlayışı bir süreçtir, üründeğil. Okul disiplini bir araya getirilmiş kurallar ve bunlarınsonuçlarından oluşmamalıdır.
  • Öğretmenler genellikle öğrencilerin görüşlerini almadan kendikurallarını onlara kabul ettirmeye çalışırlar. Bu yüzden deçoğu zaman başarılı olamazlar.

Ortak mutluluk ve ortak huzur için “Ortak Akıl” oluşturmak.

Çalışanların bir kurumdan en büyük beklentileri, mutlu ve huzurlu bir ortamda çalışmaktır.
Eskiden yaşamak için çalışan insan, şimdi çalışmak için yaşıyor. Aksi halde ortaya başarısız çalışma ortamı ve mutsuzluk çıkıyor.
Huzurlu bir iş ortamı meydana getirmek ise öncelikle kurum liderlerinin insan ilişkilerindeki kabiliyetine  ve o işyerinde uzun süredir çalışan insanların kurum yöneticilerinde  ve  çalışma arkadaşlarında  oluşturduğu pozitif imaja bağlıdır denebilir.

Yetenekler zor bulunuyor ve yaratıcılık sürekli yeni şeyler isteyen sektörler için en geçerli akçe oluyor. Yetenekler mutlu ve huzurlu bir çalışma ortamında yaptığı işten keyif almak  istiyor. Çünkü artık kurumlar,  tek akılla yönetilemiyor. Bilgi çağının ortak akılı ile yönetiliyor. Ve ortak akıl, yöneticisiyle daha doğrusu yeni adıyla takım lideriyle işyerinde ortak mutluluk ve ortak huzur istiyor!
Bunu sağlamanın yollarından bir kaçını şöyle sıralamak mümkün.

  • Yanlış anlaşılmak korkusundan uzak olarak düşünülenlerin   rahatça söylenebileceği bir ortam oluşturmak.
  • Se­lamlaşmayı  ve teşekkür etmeyi  asla ihmal etmemek.
  • Pozitif düşündüğümüzde çevre­nizin de pozitif düşüneceğini bilmek.
  • Sosyal sorumluluk projelerine dahil olmak.
  • Eleştiri ve şikayetlerde  yapıcı olmak. Üzümü yemek yerine bağcıyı dövmemek.
  • Hata yapmaktan korkmamak ama yapılan hatadan gerekli dersi çıkararak hatayı tekrar etmemek.


Duygusal zeka seviyesi  yüksek kurumların karakteristik özellikleri: 

  • Öncelikle insan her şeyden değerlidir.  Öyle ise değer verilir ve değerli olduğu hissettirilir.
  • Çalışanlarının; duygulara, fikirlere ve sezgilere sahip bireyler olduklarının farkında olup onların hem akıllarına hem kalplerine hitap eden bir çalışma kültürü oluşturulur. 
  • İnsiyatif  ve heyecan vererek her bireyin o kurumun en önemli bir parçası olduğunu hissetmeleri sağlanır.  Ben olmasam hiçbir şey değişmez değil ben olmasam hiçbir şey olmaz inancı yerleştirilir.
  • Çalışanların eğitimi ve gelişimi için harcanan parayı geleceğe yatırım olarak görürler, bir harcama olarak değil. 

                                                                                  NACİBEKTAŞ

HANGİ KİTAB-I MUKADDES VEYA KİTÂB-I MUKADDES ALLAH SÖZÜ MÜDÜR?

KİTAP TANITIM

Ah­med De­e­dat'ın Is the Bib­le God's Word?, Cru­ci­fi­xi­on or Cru­ci-fic­ti­on? ve What is Hi­s Na­me? ad­la­rı­nı ta­şı­yan ki­tap­la­rı­nın bi­r a­ra­ya ge­ti­ri­len çe­vi­ri­si “Kitâb-ı Mu­kad­des Al­lah Sö­zü mü­dür?” adıy­la bir sü­re ön­ce ya­yın dün­ya­sın­da ye­ri­ni al­dı. Şu an emi­nim ki­tap­çı­la­rın bu tür ki­tap­la­rı ayır­dık­la­rı bö­lüm­ler­de bu ko­nu­ya özel il­gi, me­rak ve araş­tır­ma için­de olan­la­rı sa­bır­sız­ca bek­le­mek­te­dir.
İn­cil ve Tev­rat üze­ri­ne dün­ya­nın ön­de ge­len oto­ri­te­le­rin­den De­e­dat, uzun bir sü­re­yi kap­sa­yan bu in­ce­le­me­sin­de, araş­tır­ma­cı­la­ra bu alan­da hay­li zen­gin bir ve­ri-bil­gi ka­zan­dır­mak­ta­dır.
Bu ese­ri, oku­na­cak ki­tap­lar lis­te­si­ne da­hil et­me­niz­de ka­na­tim­ce bü­yük ya­rar­lar var.

Ki­ta­bı eli­me al­dı­ğım­da her­kes gi­bi ön­ce­lik­le is­mi­ni oku­dum ya­vaş­ca: Kitâb-ı Mu­kad­des Al­lah Sö­zü mü­dür? Ta­bii ki Al­lah sö­zü­dür! di­ye­rek ce­vap ver­dim ken­di so­ru­ma. Son­ra şu so­ru ta­kıl­dı di­li­me: Pe­ki han­gi Kitâb-ı Mu­kad­des? Son­ra bir so­ru da­ha be­lir­di zih­nim­de: Ne ka­da­rı Al­lah sö­zü? Son­ra bir so­ru da­ha: Ne ka­da­rı çok mu önem­li? Enin­de so­nun­da te­da­vül­den kalk­mış bir pa­ra hük­mün­de de­ğil mi? Pe­ki mil­yon­lar­ca in­san ne­den halâ bu ki­ta­bın (ki­tap­la­rın) oku­yu­cu­su­dur, da­ha da mü­hi­mi, mü’mi­ni olur aca­ba? şek­lin­de de­vam et­ti so­ru­lar.
Doğ­ru­su il­gi­mi çek­miş­ti bu ki­tap. Za­ten epey za­man­dır bu ko­nu­lar­da­ki ek­sik­li­ği­min de far­kın­da ol­mam bu ki­ta­bı oku­na­cak ki­tap­lar lis­te­me da­hil et­me­me yet­miş­ti. Kı­sa bir müd­det son­ra da fır­sa­tı­nı bul­dum. Her za­man ol­du­ğu gi­bi ki­ta­bın için­de­ki­ler bö­lü­mü­ne şöy­le bir göz at­tım; bu bö­lüm baş­lık­la­rı il­gi çe­ki­ci gel­di ba­na.
“Muh­te­lif Kitâb-ı Mu­kad­des nüs­ha­la­rı,
Dün­ya­nın en çok sa­tan ki­ta­bı,
Har­fi har­fi­ne inen va­hiy yok,
Kız­lar ba­ba­la­rı­nı baş­tan çı­ka­rı­yor,
Çar­mı­ha ger­me me­tod­la­rı…”

Ki­ta­bın ba­şın­da yer alan bir kav­ram da çok en­te­re­san gel­di ba­na (s. 12).  “Kül­tist.” Bu kav­ram için dip­not­ta şöy­le bir açık­la­ma ya­pıl­mış: “Bir top­lum­da­ki resmî ve yay­gın iba­det bi­çim­le­rin­den, ken­di ar­zu­la­rı­nı tat­min et­mek için ve­ya mo­da ol­sun di­ye fark­lı iba­det bi­çim­le­ri ge­liş­ti­ren grup ve­ya ce­ma­at­ler. Ye­ho­va Şa­hit­le­ri, Ye­din­ci Gü­nü Bek­le­yen­ler vs.” Hı­ris­ti­yan­lı­ğın bin­bir mez­hep ve akı­mı­na bu kö­tü is­mi ve­ren­ler ise mu­ta­as­sıp Hı­ris­ti­yan­lar imiş.
Biz müs­lü­man­lar Tev­rat, Ze­bur ve İn­cil­ler için “tah­rif edil­miş” (mu­har­ref) ki­tap­lar, bu ki­tap­la­ra ina­nan kim­se­le­re ise “ehl-i ki­tap” tâbirini kul­la­nı­yo­ruz.
İslâmiyet ise ehl-i ki­tab'ın yan­lış­la­rı­nı dü­zel­ten ve on­la­rı Al­lah'ın bir­li­ği inan­cı­na da­ya­lı, or­tak il­ke­ye ça­ğı­ran din­dir.

Üs­tad Ah­med De­e­dat ben­ce bu eser­de mev­cut olan üç araş­tır­ma­sıy­la Âl-i İmrân sûresi'nin 64. âyetinin; “Ey Ehl-i Ki­tab! Al­lah'tan baş­ka­sı­na tap­ma­ya­lım, O'na hiç­bir şe­yi eş koş­ma­ya­lım ve Al­lah'ı bı­ra­kıp ki­mi­miz ki­mi­mi­zi ilâhlaştırmasın…” şek­lin­de­ki ilâhî ikaz­la­rın İn­cil sa­hip­le­ri­ne yö­ne­lik mo­dern ve tecrübî bir tef­si­ri­ni yap­ma­ya gay­ret et­miş ve bu gay­re­tin­de de hay­li ba­şa­rı­lı ol­muş­tur.
He­pi­miz ina­nı­rız ki Kitâb-ı Mu­kad­des ha­ta­lar­la do­lu­dur. Say­fa 24'de ya­za­rı­mız bu ha­ta­la­rın 50.000 ci­va­rın­da ol­du­ğu­nu, Ye­ho­va Şa­hit­le­ri­nin ya­yın or­gan­la­rın­dan yap­tı­ğı alın­tı­lar­la bel­ge­ler.
Yi­ne he­pi­miz ina­nı­rız ki, bu ki­tap­lar bir­bi­ri­ni tut­ma­yan arit­me­tik çe­liş­ki­li iba­re­ler­le do­lu­dur. 52-61. say­fa­la­rın­da ya­zar bun­la­ra iliş­kin on­lar­ca ör­nek ve­rir.
Ve hat­ta çı­ka­rı­lıp tek­rar ek­len­miş cüm­le­ler­le do­lu­dur. Ör­ne­ğin İsa'nın gö­ğe yük­se­li­şi ön­ce­ki İn­cil nüs­ha­la­rın­da var­ken çı­ka­rıl­mış, da­ha son­ra ise tek­rar kon­muş­tur (s. 32-34).
Ki­ta­bın ele al­dı­ğı te­mel so­run­lar­dan bi­ri de İsa (a.s.)'ın çar­mı­ha ge­ril­me (ve­ya ge­ril­me­me) ola­yı­dır. De­e­dat, çar­mı­ha ge­ril­me ke­li­me­si­ni­nin İn­gi­li­zce kar­şı­lı­ğı olan “cru­ci­fi­xi­on”ın as­lın­da “çar­mı­ha ge­re­rek öl­dür­me” an­la­mı ta­şı­dı­ğı­nı söy­le­mek­te­dir. Hz. İsa'nın çar­mı­ha ge­ri­li­şi­nin ne­ti­ce­sin­de ise ölüm ol­ma­dı­ğı­nı id­dia et­mek­te ve bu­na gü­nü­müz­den de mi­sal­ler ge­tir­mek­te­dir.
“İsa'nın haç'ta­ki ölü­mü, tüm hris­ti­yan ilâhiyatının te­me­li­dir. Tan­rı hak­kın­da­ki, ya­ra­tı­lış hak­kın­da­ki, gü­nah ve ölüm hak­kın­da­ki tüm hıristiyanî ifa­de­le­rin oda­ğın­da çar­mı­ha ge­ril­miş İsa var­dır. Ta­rih hak­kın­da­ki, Ki­li­se hak­kın­da­ki, iman ve kut­sa­ma hak­kın­da­ki, ge­le­cek hak­kın­da­ki ve umut hak­kın­da­ki tüm hıristiyanî ifa­de­ler, çar­mı­ha ge­ril­miş İsa'dan çık­mak­ta­dır.
Kı­sa­ca­sı çar­mı­ha ge­ril­me yok­sa Hı­ris­ti­yan­lık da yok­tur!” (s. 91).
Siz ne der­si­niz ve­ya na­sıl ol­du­ğu­na ina­nı­yor­su­nuz? İsa Me­sih'in çar­mı­ha ge­ril­me­si bir al­dat­ma­ca mı, yok­sa tarihî bir ger­çek mi?
Hal­bu­ki Ni­sa sûresi âyet 157'de bu hu­sus biz müs­lü­man­la­ra şöy­le nak­le­di­lir. Şüp­he­siz Kur’ân en doğ­ru­yu söy­le­yen ki­tap­tır:
“Ve, ‘Biz, Al­lah el­çi­si Mer­yem oğ­lu İsa Me­sih'i öl­dür­dük’ der­ler. Hal­bu­ki onu ne öl­dür­dü­ler, ne de çar­mı­ha ger­di­ler; an­cak ken­di­le­ri­ne bir ben­zet­me ya­pıl­dı. Ve ger­çek­ten on­da ay­rı­lı­ğa dü­şen­ler bun­dan do­la­yı şüp­he için­de­dir­ler. Ona da­ir bir bil­gi­le­ri yok­tur. An­cak zan ar­ka­sın­da gi­der­ler. Hal­bu­ki onu ger­çek­ten öl­dür­me­di­ler.”
Pe­ki bu ilâhî ika­za rağ­men ne­den mil­yon­lar­ca haç'da İsa Me­sih'in çar­mı­ha ge­ril­miş be­de­ni boy gös­te­rir? Ki­li­se­le­rin du­var­la­rı­nı süs­ler, dra­ma­tik bir mev­zu ola­rak edebî eser­le­re ko­nu olur ve hep­sin­den önem­li­si, asır­lar­dır bu ko­nu­da Ya­hu­di­le­re lânetler ve söv­gü­ler yağ­dı­rı­lır.
De­e­dat'a gö­re bu gi­bi so­ru­la­rın ce­va­bı çok ba­sit­tir. Ce­vap Kur’ân'da­dır ve so­rum­lu­lar ha­ki­ka­ti kay­na­ğın­dan bil­me şan­sı­na sa­hip tek top­lu­luk olan müs­lü­man­lar­dır.
Öy­ley­se müs­lü­man­la­ra bu tarihî-dinî sap­ma­nın dü­zel­til­me­sin­de çok önem­li gö­rev­ler düş­mek­te­dir.
“Müs­lü­man­lar, dün­ya üze­rin­de­ki mil­yon­lar­ca câhil in­san için ger­çek­ten bir­şey­ler yap­mak, on­la­rı bu şirk­le­rin­den kur­tar­mak zo­run­da­dır­lar. Yok­sa on­lar, ken­di­le­riy­le bir­lik­te bi­zi de hem bu dün­ya­da hem de âhirette helâke gö­tü­re­cek­ler.” (s. 216).


Nâci BEK­TAŞ