6 Aralık 2015 Pazar
2 Temmuz 2015 Perşembe
30 Haziran 2015 Salı
27 Haziran 2015 Cumartesi
AHLAK VE DEĞERLER EĞİTİMİ
İnsanla
tanrı, insanla insan arasındaki ilişkinin ahlaki boyutuna dair normlar koyan
bir varlıktır tanrı. Allah hem Fatırdır, hem de Rab, yani hem yaratıcı hem de
her şeyin gerçek sahibi olarak terbiye edici (eğitici) dir. İnsan-Tanrı,
insan-kainat ve insan-insan ilişkilerinde
var edilen ahlaki yasalarda Allah
Teala’nın rablığının bizlere yansımalarıdır.
Allah’ın
kendi ruhundan (özünden) üfleyerek en güzel bir surette (biçim ve şekil)
yarattığı bir varlık olan insan, şeytan(lar)’ın ve onun hareket alanı olan
nefsi arzuların olumsuz baskısı altındadır.
Ahlaki
normlar ve tüm sınırlamalar (insanın) bu olumsuz yönünü terbiye etmek (ıslah)
ruhu da nefsin bu tasallutundan korumak için var olan ‘değerler’ dir.
Kur’anı
Kerim bu etik değerlerin insanoğluna
tekrar hatırlatıldığı kutsal kitapların (yazılı mesaj) son halkası, Kur’an da
yer alan kıssalar da bu değerlerin hikayesinin yaşam içindeki formuyla bize
sunumudur diyebiliriz. Yani hikayelerin kahramanları, hep iyi, kötü ve zaaflarıyla
–isimleri ne olursa olsun- “insan” dır.
Sonuç
olarak İslam dinini ahlaki değerler
bütünü, müslümanı bir ahlak
insanı olarak tanımlamak, insani ilişkilerde temel ölçünün (kıstas) de ahlaki kaideler olduğunu söylemek mümkündür.
Din Güzel Ahlâktır
İnsana yakışan davranış tarzı onun ahlâki açıdan tam anlamıyla
olgun ve dengeli olmasını gerektirir. Ahlâkî olgunluk normali, yani olması
gerekeni; ahlâkî zaaf ise anormali, yani olmaması gerekeni temsil etmektedir.
Toplum hayatımızda her şeyi ile örnek olmasını becerebilen
insanlara ahlâklı insan derken, toplumsal hayatımızı düşmanlıkla, kinle,
gıybetle, yalancılık ve rüşvetle bozanlara da ahlâksız insan diyoruz.
Ahlâklı insanlar kendi menfaatleri için başkalarına asla zarar
vermeyen insanlardır. Ahlâklı insanlar hırsızlık, dolandırıcılık ve rüşvet gibi
toplum hayatını yaralayan, çökerten davranışlarda bulunmayan insandır.
Ahlâklı insanlar kendilerini düşündükleri kadar etraflarındaki
insanları da düşünen ve onlara yardımcı olan insanlardır. Ahlâksız insanlar ise, sadece
“ben” diyerek bencilliği- egoistliği ilke haline getirerek hem kendini hem de
çevresindeki insanları mutsuz eden hasta ruhlu insanlardır.
Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim’de iman etme ve ardından salih amel de (güzel davranış) bulunmayı birbirinden hiç ayırmamıştır. İmandan bahsettiği her yerde aynı zamanda güzel davranıştan da bahsetmiştir. Çünkü güzel davranış imanın bizim hayatımızdaki somut görüntüsüdür. Güzel davranış olarak görünmeyen bir imanın varlığı şüphelidir. Çünkü şâhitten mahrumdur.
Allah Teâlâ güzel davranışın insanları saadete ulaştıran en önemli
ahlâkî davranış olduğunu bize sunmaktadır.
Büyüklerimizden nasıl sevgi görüyor isek, biz de onlara saygılı
olmalıyız. Doğru konuşmalı, doğrularla beraber olmalıyız. Arkadaşlarımızla
konuşurken asla kırıcı olmamalı, yanlış anlaşılabilecek sözler söylememeliyiz.
Yapıcı ve yaratıcı işler yapmalı, faydasız şeylerin peşine düşmemeliyiz. Hiçbir
şeyi “desinler” diye yapmamalı, içten gelen bir samimiyetle yapmalıyız. İnsan
kardeşlerimiz bizden yardım istediklerinde yardım etmeli, onlara bizim için çok
değerli olduklarını sözlerimizle olduğu kadar, davranışlarımızla da
göstermeliyiz.
Sevginin bir fedakârlık olduğuna
inanarak, öncelikle Allah’a karşı, sonra da tüm insanlara karşı sevgi duyarak, bize
verilen vazifeleri hakkıyla yerine getirmeliyiz. Güzel davranışlarda bulunan insanların hem bu
dünyada hem de Ahiret’te mükâfatlandırıldıklarına; çirkin davranışlarda
bulunanların ise, hem bu dünyada rezil olduklarına hem de Ahiret’te cezalandırıldıklarına
iman edelim. Bu imanla hep güzelin, güzel sözün ve güzel davranışın güzel
örnekleri olalım.
Ahlâk Ve Değerlerin
Öğretimi
Ahlâk, bir toplum içinde
kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları davranış biçimleri ve
kuralları, değer ise yüksek, yararlı ve
manevî nitelikler demektir. Dinlerin ortak ahlâkî değerleri olduğu gibi
birbirinden farklı değerleri de vardır. Bununla birlikte, ahlâkî değerleri
yerleştirmek ve yaymak için gelmiş olan
dinlerle ahlâk ve değerler arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. İslâm, güzel
ahlâkı tamamlamak için ve insanî değerleri yüceltmek için gönderilmiştir. Bu açıdan dinin öğreniminde ve dini eğitimde “Ahlâk ve Değerler” alanı önemli bir yer
tutar.
Öğrenciler bu öğrenme alanıyla
genel olarak değerlerin farkına varır, din-değer ilişkisini yorumlayarak
kişilik ve toplumsal gelişimde değerlerin önemini kavrar. Aile içi görev ve
sorumluluklarının bilincine varır ve Hz. Muhammed'in bu konudaki örnek
davranışlarından modellemelerde bulunarak sonradan pişman olacakları hataları
yapmamaya çalışırlar.. Hak ve özgürlüklerin birey ve toplum için önemini
kavrar, onlara saygı duyar ve kul hakkı ihlâllerine karşı duyarlı olurlar. Varlık sebebi kamu
haklarını gözetmek ve kimsesizlerin kimsesi
olmak olan Devlete karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirirler.
İnsanın hata yapabilen bir varlık olduğunu, ancak asıl erdemin yapılan hatadan
dönmek ve hata edeni bağışlamak olduğu bilincine varırlar.
NACİBEKTAŞ
DİNİ EĞİTİMİN NİTELİĞİ
Dünya üzerinde yaşayan toplumlara baktığımızda hemen her toplumda
göze çarpan karakteristik olumsuz bazı özellikler var. Nedir bunlar? Rüşvet,
adam kayırmaca, aldatma, cinayet, sömürü, hırsızlık, haksız kazanç vs…
Nasıl ki, zihnimizdeki kelime ve kavramlar tek başlarına yahut
gelişigüzel bir araya geldiklerinde hiçbir anlam ifade etmiyor ve fayda
sağlamıyorlarsa; aynı şekilde ortak değerlere sahip olmayan fertlerden oluşan
bir toplum da sağlıksız ve dengesiz olur. Meselâ sadece menfaat birliği
etrafında toplanan insanlar, menfaatleştikleri sürece ortak hareket ederler.
Ancak menfaatleri çatıştığı takdirde, birliktelikleri sona erer, dağılır
ve birbirlerine düşman olma noktasına
dahi gelebilirler.
Kötü ve çirkin şeyleri ifade etmek için kullanılan kelime ve
kavramlar top yekûn bir araya geldiklerinde nasıl ki çirkin, kaba, asla hoşa
gitmeyecek ve kabul görmeyecek acayip tuhaf bir takım ifadelere dönüşürse; aynı
şekilde bozuk karakterli, kendini bilmeyen eğitimsiz, din eğitimi almamış, dinî
ve ahlâkî değerlerden yoksun fertlerin oluşturduğu bir toplum da, düzeni bozuk,
dengesiz, her türlü kötülüğün, çirkinliğin haksızlığın, adaletsizliğin, zulmün,
sömürünün kısacası koyu cehaletin
yaşandığı bir sistem haline gelir.
İnsanlara en yüce ortak değerler sunan ve onlara en iyi yaşam
tarzının yolunu gösteren yegâne kurum dindir. Allah katında kâmil din ise
İslâmdır.
İlk çağ filozoflarından Eflatun, Kanun adlı eserinde (toplumun
ıslahı için) maddî yaptırımların tek başına yeterli olamayacağını, asıl manevî
yaptırımların gerektiğini, bunu da ancak dinin sağlayabileceğini söylüyor.
Eflatun toplumda yaşanan her türlü bozukluğun dinsizlikten,
Tanrıya inanmamaktan ileri geldiğini, iyi bir toplum düzeni için öncelikle
dinsizliğe karşı savaş açılması gerektiğini ileri sürer.
(Manevî yaptırım: İnsanın ıslahına yönelik telkinlerde bulunarak
onun vicdanını harekete geçirmek, davranışlarından dolayı sorumluluk duymasını
sağlamak olsa gerek.)
Son yıllarda yapılan bazı bilimsel araştırmalar doğmamış bir
bebeğin dış faktörlerden etkilendiğini ve insanın karakterinin ana rahminde
iken şekillenmeye başladığını ortaya koymakta.
Atalarımız “insan 7’sinde ne
ise 70’inde de odur” demişler. Burada 7’sinde kelimesinin altını
çizmek istiyorum. Bu rakam insan şahsiyetinin büyük oranda şekillendiği bir
yaştır. Bundan sonra alacağı her türlü eğitim bunun üzerine bina edilecektir.
Eğitimi insanın şahsiyetini geliştirmek, karakterini
şekillendirmek, maddî ve manevî hayata hazırlamak olarak tanımladığımıza göre,
bu şekillendirmeyi en iyi en doğru ve en sağlıklı biçimde yapmamız gerekir.
Bunu bize sağlayan en mükemmel eğitim şekli ise bize göre dinî eğitimdir. Çünkü
Vicdanlara hükmedebilen yegâne güç imandır, Allah korkusudur. Yani dindir. Din
beni-bizi programlayan, yönlendiren bilgidir. Örneğin zulme karşı koyma
noktasında gerektiğinde hayatımı tehlikeye atacak yahut feda edecek şekilde
beni-bizi harekete geçiren motivasyon, kaynağını dinden alır. İnançlarımız bizim kendi kişisel
tercihlerimizdir. Dolayısıyla bizi sorumlu kılar. İnancı gereği başını örten
bir öğretmen başını açmakla,
öğretmenlikten vazgeçme, işini kaybetme arasında bir tercih yapmak
zorunda bırakıldığında, eğer başörtüsünü tercih ediyorsa, ona bu tercihi
yaptıran güç de yine dindir.
Dini Eğitim Nedir?
ü Davranışları vahye göre
düzenleme - Ahlaki eğitim: Dünyanın
neresinde olursa olsun her ahlaki davranışın (huyun) bir kültürden, her
kültürün ise muhakkak bir dinden kaynaklandığını bilerek, ahlaki davranışlar
için tek kaynak olarak vahyi - ilahi bilgiyi görebilsin.
ü İnsanı ictimaileştirme -
sosyalleştirme eğitimi: İnsanın
bu dünyadaki hedefinin de öbür dünyadaki hedefinin de saadeti bulmak, huzurlu
ve mutlu yaşamak olduğunu bilip bunun sadece mal-mülk ve servetle mümkün
olamayacağını; aynı zamanda cemaatleşmenin , dolayısıyla paylaşmanın ve
yardımlaşmanın gerekli olduğunu görebilsin.
ü Huzurun, dengenin , iç
barışın temini , dinginlik eğitimi: Ruhun dinlenmesi - rahatlaması, gıdalanması ve
enerji depolamasının ancak dua ederek – Allah’ı hatırlayarak, sadaka vererek ve
bedeni ihtiraslardan uzak durarak mümkün olabileceğini görebilsin.
ü İnanç eğitimi:Ancak
Allah'a bağlı bir yüreğin her zorluğu yenebileceğine inanarak her türlü güçlüğe
ve sıkıntıya karşı bitmeyen bir ümit duyabilsin. Çünkü ; İnsan ancak
istidadının (kabiliyetinin ) elverdiği ve
gücünün yettiği kadar çalışırsa Allah'ın vergisini kullanmış olur. Fakat bunu
hakkıyla kullanmaya, çoğu zaman başaramamak korkusu engel olur. Başarmak için
ise beceriksizlik kuşkusunu atmak gerekir. Başarı, insanın kendi yürekliliğine
bağlıdır. O da en çok inançla beslenir."inanıyorsan mutlaka en üstünü
sensin"
ü Neyi neden yaptığını bilme - Hedef amaç eğitimi: En
uzun yol nereye gittiğini bilmeden gittiğin yoldur. İnanç insana doğru yoldan (
Sırat-ı mustakim ) daha rahat ve emin bir şekilde gideceği yeri - hedefi
gösterir.
ü Güven ve tazelenme - İrade
eğitimi: Dua eden insan
kısıtlı ( dar ) varlığının çerçevesinden dışarı çıkarak Allah'ın sonsuz
büyüklüğüne yönelir. Bütün ümitler orada tazelenir. Kırılmış iradeler yepyeni
bir kalıba dökülür."Peki kimdir darda kalana , kendine yakardığı zaman
karşılık veren ve (başındaki) sıkıntısını gideren ......"..Neml / 62
ü Aşırılıklardan arındırılmış
saf ve berrak bir zihin kazandırma- Zihin tezkiyesi: Doğrunun yanlış gibi yanlışın doğru gibi
görüldüğü; iyinin kötü , kötünün iyi gibi göründüğü; güzelin çirkin, çirkinin
güzel gibi göründüğü bir devirde berrak ve saf bir zihne sahip olmak ve hep
isabetli davranmak yetisini kazanabilir. " Siz ey imana erişenler ! Eğer
Alllah' a karşı sorumluluk bilinci içinde olursanız, O size hakkı batıldan
ayırmaya yarayan bir ölçü (değerlendirme yeteneği - hikmet ) bahşedecek ve kötü
işlerinizi silip örtecek, sizi bağışlayacaktır. Çünkü Allah, bağış ve cömertliğinde sınır olmayandır." Enfal /29
ü Sağlam bir inanç ve fıtrata
-yaratılışa -uygun bir ahlak eğitimi: Din
( İslam ) batıl olan ( çürük - temelsiz ) her şeyden uzaklaşmak ve hak olana
dönmek ve Allah'ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davranmak olarak
tariflendiğine göre, her zaman insanı her türlü olumsuzluktan alıkoyan tek
pusula olma konumundadır. "Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak
yüzünü kararlı bir şekilde ( hak olan ) dine çevir ve Allah'ın insan bünyesine
nakşettiği fıtrata uygun davran; (ki) Allah'ın yarattığında bir bozulmaya ve
çürümeye meydan verilmesin. Bu sahih dinin gayesidir.Ama çoğu insanlar onu
bilmezler." Rum /30
NACİBEKTAŞ
DİN EĞİTİMİ Mİ “DİNİ EĞİTİM Mİ” ?
Bize
göre bir edebiyat hocasının örneğin “rüzgâr” kelimesini anlatırken “kuvvetin
görülmez elle tutulmaz bir ruhu olan kahraman rüzgâr…” şeklinde bir anlatımla
ifade eden Ömer Seyfettin’i tercih etmesi bir dinî eğitimdir.
Bir fen bilgisi öğretmeninin tabiatı işlerken onun dengesinden ve yaratıcı ile olan direk ilgisinden Bir müzik öğretmeninin öğrencilere öğrettiği müzik parçalarında sürekli işlediği ve vurguladığı temalardan söz etmesi, buna özellikle vurgu yapması aynı şekilde dinî bir eğitimdir.
Bu
örnekleri Freud’un anlayışlarını anlatan bir psikoloji hocası için, Darwin’in
evrim teorisini tek geçerli teori olarak kabul edip, bir inanç haline getiren
biyoloji hocaları için de söyleyerek çoğaltmak mümkün.
Demek
istiyoruz ki, branşı ne olursa olsun, her eğitimci eğittiği kişileri inandığı dinin ahlâkî değerler sistemine,
felsefesine göre yönlendirir. Branşı ne olursa olsun
her eğitimci nasıl bilgilendi (programlandı) ise eğiteceği kişileri de o
bilgiye göre programlar.
Yani eğitimci kendisini programlayan bilgi ile yaptığı her
işte, söylediği her sözde seçici davranır, bir dayanak noktasına göre hareket
eder. Bu dayanak vahiy de olabilir, o güne kadar edindiği kültür- felsefe de
olabilir.
Bu seçiciliğe örnek olması babında birkaç kelimenin farklı sözlüklerdeki tanımlarına dikkatinizi çekmek isterim.
İnsan, bir sözlüğe göre “akıllı ve düşünme yeteneği olan en gelişmiş canlı”; bir başka sözlüğe göre “akıl ve fikir sahibi, konuşarak anlaşan yaratık, Ademoğlu, beşer”.
Bu seçiciliğe örnek olması babında birkaç kelimenin farklı sözlüklerdeki tanımlarına dikkatinizi çekmek isterim.
İnsan, bir sözlüğe göre “akıllı ve düşünme yeteneği olan en gelişmiş canlı”; bir başka sözlüğe göre “akıl ve fikir sahibi, konuşarak anlaşan yaratık, Ademoğlu, beşer”.
Ruh, bir
sözlüğe göre “dinlerin ve dinci(!) felsefelerin insanda vücutta ayrı bir varlık
olarak kabul ettiği, canlandırıcı ve etkin ilke.” Bir başkasına göre ;”insan
vücudunda bulunan ve hayatın temeli ve sebebi olan gayri maddi cevher.”
Örneğin TDK sözlüğünde Ahiret , Kabe vb. kelimeleri
bulamayabilirsiniz fakat bit kelimesinin açıklamasını bulabilirsiniz. Bu kesinlikle bilinçli bir seçiciliktir. Bu seçiciliğe bazı davranışlardan da birkaç
örnek vermek isterim.
1 . Bir müzik öğretmeni öğrencilerine insan sevgisi ve ALLAH sevgisine dair ezgilerde öğretebilir “Esnaf Karısı Binnaz”ı da öğretebilir.
2 . Bir tarih öğretmeni Osmanlı düşmanlığı yaparak ecdadını inkarda edebilir iyi ve kötü yönleriyle Osmanlıyı inceleyerek dersler almaya da çalışabilir.
3 . Bir sosyal bilgiler öğretmeni Laikliği “dinin kamuya ait işlere ve kurumlara sokulmaması” olarak ta tarif edebilir, “devletin-kamu otoritesinin ülkedeki tüm inançlara ve inanç sahiplerine cemaatlere aynı oranda saygı göstererek, onların inançlarını serbestçe yaşamalarına imkan sağlama olarak ta tarif edebilir.
1 . Bir müzik öğretmeni öğrencilerine insan sevgisi ve ALLAH sevgisine dair ezgilerde öğretebilir “Esnaf Karısı Binnaz”ı da öğretebilir.
2 . Bir tarih öğretmeni Osmanlı düşmanlığı yaparak ecdadını inkarda edebilir iyi ve kötü yönleriyle Osmanlıyı inceleyerek dersler almaya da çalışabilir.
3 . Bir sosyal bilgiler öğretmeni Laikliği “dinin kamuya ait işlere ve kurumlara sokulmaması” olarak ta tarif edebilir, “devletin-kamu otoritesinin ülkedeki tüm inançlara ve inanç sahiplerine cemaatlere aynı oranda saygı göstererek, onların inançlarını serbestçe yaşamalarına imkan sağlama olarak ta tarif edebilir.
Eğitimde
Tanrının öğretmenliğine alan açmak anlamında
“Dini Eğitim”
İnsanın
eğitiminde Tanrının öğretmenliğine alan açmaktan kastımız talim ve terbiye
anlayışının Allahın insanlık için her daim koyduğu inanç ve esaslara göre formatlanmasıdır.
Bu
anlayışa göre insan kendisini her şeyden
evvel yaratılmış bir varlık (Tanrı Projesi)
olarak görmeli okuma
(düşünme ve keşfetme) ve hayatı
programlama görevini kendine misyon
edinmelidir.
İnsanı
var eden Yüce Yaratıcının projesini gerçekleştirebilmesi için insanın öncelikle
öğretmenini (Muallim)
tanıması-tanımlaması ve O’nu aynı
zamanda terbiye (mürebbi) ve te’dib edici (müeddib) olarak görmesi gerekir.
Çünkü insanla tanrı, insanla insan arasındaki
ilişkinin ahlaki boyutuna dair normlar koyan bir varlıktır tanrı.
Tanrının
projesi, insanı her hata yaptığında cezalandırarak ve kısmen de affederek sürekli bir eğitimden
geçirerek onu layık olduğu makama ulaştırma projesidir.
Dini
eğitim ise bu projede ya öğrenci olarak ya da öğretmen olarak görev almaktır.
Din eğitimi bir öğrenim (talim), dinî eğitim ise
eğitimin (terbiye) kendisidir. Zira öğrenim bilgilenme, bir şeyin bilgisini edinme
anlamına gelir. Hepimiz devamlı bir öğrenme süreci içindeyiz. Dolaylı ya da
dolaysız olarak, farkına vararak ya da varmadan çeşitli faktörlerin zihnimize,
bilinç altımıza yüklediği bilgileri edinmekteyiz. Meselâ, reklamlar,
işittiğimiz bir melodi, gördüğümüz bir resim, afiş vs. Bilinç altımıza yerleşen
bilgi bir öğrenmedir. Ortaya çıkmasını gerektirecek şartlar oluşmadığı müddetçe
deaktiftirler fakat şartlar müsait olduğunda aktif olurlar.
Eğitim ise, olumlu davranış değişikliği kazanma,
tavır ve davranış geliştirme, olumsuz, gereksiz yahut faydasız davranışları
değiştirmedir. Öğrenmenin davranışa yansımasıdır, teorinin pratiğe, bilginin
hayata dönüşümüdür.
Örneğin din eğitimi, namazın farz olduğunu,
şartlarını ve nasıl kılınacağını öğretir. Bu bilgiye sahip olan bir insan bu
konuda din eğitimi almıştır. Ama aynı insan
bütün bu bilgilere sahip olmasına ve namaz kılmanın inanan bir insanın
en önemli vecibelerinden birisi olduğuna da inanmasına rağmen eğer namaz kılmıyorsa, dinî eğitimi eksik
demektir.
Bu gün ülkemizde faaliyet gösteren Kur'an
kursları, İHL’ler ve İlâhiyat fakültelerinde yapılan şey din eğitimidir, yani bu
kurumlar dinin itikat, ibadet ve ahlaki umdelerinin öğretilmesini sağlarlar.
Halbuki dini eğitim insanı beşikten mezara kadar
yaşamının her döneminde ve her anında
etkileyen, etkilemekten öteye yönlendiren ve belli bir inanç ve fikre dayalı
olarak olumlu davranışa (salih amel) sevk eden kuvvettir.
Eğitimi insanı
şahsiyetini geliştirmek, karakterini şekillendirmek, maddî ve manevî hayata
hazırlamak olarak tanımladığımızda, bu şekillendirmeyi en iyi en doğru ve en
sağlıklı biçimde yapmamız gerekir. Bunu bize sağlayan en mükemmel eğitim şekli
ise bize göre dinî eğitimdir. Çünkü Vicdanlara hükmedebilen yegâne güç imandır,
Allah korkusudur. Yani dindir.
Sözün özü Mürebbi ve Müeddib olan Yüce Yaratıcının terbiye edip edeplendirdiği
insanı layık olduğu makama ulaştırma eylemi olan eğitimin hakkını verebilmemiz
için Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in deyimiyle yeryüzünün öğretmeni
olabilmemiz için gökyüzünün öğrencisi olmamız lazım.
NACİ BEKTAŞ
23 Haziran 2015 Salı
DİN KÜLTÜRÜ EĞİTİMİNİN AMACI
Örgün eğitim kurumlarımızda din
öğretimi, bir bilgi verme vasıtası olmakla beraber, aynı zamanda insanın bilgi elde etme yollarını ve aklını kullanma
kabiliyetini geliştiren bir süreç olmalıdır.
Bu noktada karşımıza din öğretiminin önemli bir amacı çıkmaktadır: “Yetişmekte
olan nesle din hakkında doğru bilgi vermek ve gençleri bilinçlendirmektir.”
Kendilerine sunulan alternatifleri inceleyebilmeleri için öğrencilerin bakış
açılarının geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Gençler körü körüne uygulayıcı
olmamalıdır. Onlar, bilginin hangi amaçla, kim için, nasıl bir dünyada
kullanılabileceğini sorgulayacak biçimde yetiştirilmelidir. Gençlerin, özellikle inanç ve hayat
konusundaki tercihlerini özgür olarak yapabilmeleri din öğretiminin esas
amacıdır; bilinçli dindarlık da budur. Bu amaçlara uygun olarak din
öğretimi, öğrencinin kendi akıl yürütme gücünü kullanarak varlıklar içindeki konumunu belirlemesine
katkıda bulunur.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretimi Nasıl Bir Eğitimdir?
- Din Eğitimi dini inançların hurafelerden tamamen arındırılarak kaynaklara uygun bir formda öğretilmesini hedefleyen bir inanç eğitimidir.
- Din Eğitimi davranışları fıtrata -yaratılışa uygun hale getirmeyi hedefleyen bir ahlak eğitimidir.
- Din Eğitimi öğrencilerin kendisiyle ve çevresiyle barışık, aktif ve her açıdan olumlu birey olmalarını hedefleyen bir sosyalleştirme eğitimidir.
- Din Eğitimi huzurun, dengenin, iç barışın teminini hedefleyen bir dinginlik eğitimidir.
- Din Eğitimi neyi neden ve niçin yapmamız gerektiğini öğretmeyi hedefleyen bir hedef -amaç eğitimidir.
- Din eğitimi aşırılıklardan ve her türlü taassuptan arındırılmış, saf ve berrak bir zihin oluşturmayı hedefleyen bir denge eğitimidir.
Din Kültürü Derslerinde Dikkate Aldığımız Temel Esaslar
- Dinin evrensel barış kültürünün yerleşmesinde ve hoşgörü ortamının oluşturulmasındaki katkılarını vurgulamak
- Öğrencilerin dini ve ahlâki konularda akılcı ve eleştirel bir yaklaşım sergilemelerini hoşgörmek.
- Dinimizin her zaman ve yerde hakkaniyete ve adalete dayanarak "hukukun üstünlüğünü" esas aldığını vurgulamak.
- Toplumdaki farklı dinî anlayış ve yaşayışları bir zenginlik olarak görüp sosyal bir olgu olarak kabul etmek.
- İbadetlerin bireye iç huzuru sağladığını ve kişinin kendine güveni geliştirdiğini ve insan davranışları üzerindeki olumlu etkilerini fark etmelerini sağlamak
- Onlara kader kavramını yanlış yorumlayarak sorumluluktan kaçınılamayacağı bilincini vermeye çalışmak
- İnsanın Allah ile iletişim kurmada hiçbir vesileye, aracıya ihtiyacı olmadığını her insanın dua ederek Yüce Yaratıcıya ulaşabileceğini anlatmak.
- Aklın, dinî sorumluluğun temel şartı olduğunu; bilimsel bilgiyi teşvik ettiğini din ve bilimin insanların mutluluğu için olduğunu fark ettirmek.
- Doğru dinî bilgiler ile batıl inanç ve hurafelerin karıştırılmaması için yerinde uyarı ve ikazlarda bulunmak.
- İnsanlığa rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’in (SAV), İslâm dininin doğru anlaşılması ve uygulanmasında bizler için en güzel örnek olduğunu vurgulamak..
- Kur’anın, insanın, kendini ve insanlığı, eşyayı, olay ve olguları doğru anlamasına, doğru düşünmesine imkân sağlamak; evrendeki konumunu doğru tespit etmesine yardımcı olmak için Allah tarafından gönderilmiş bir öğüt ve uyarı kitabı olduğunu vurgulamak.
- İslâm’ın güzel ahlâkı tamamlamak doğruluk, adil olma, fedakarlık, hoşgörü, cesaret, diğergamlık, sabır ve cömertlik gibi yüksek insanî değerleri yüceltmek için gönderildiğini anlatmak.
- Kur’an’ın temel amacının insana doğru bilgi, doğru inanç ve doğru davranış kazandırmak olduğunu ayetlerle anlatmak.
- Alkol, uyuşturucu, kumar vb. haram edilen zararlı alışkanlıkların, insan hak ve özgürlüklerin kullanımını engellediğini örneklerle anlatmak
- Tövbe ve bağışlamanın Allah’a, insanlara ve bütün varlıklara karşı sevgi ve yakınlık kazandıracağı ve bağışlamayı başaran bireylerin oluşturduğu bir toplumda hoşgörünün hâkim olacağını anlatmak.
- Yapılan iyiliklerin kötülükleri giderdiğini söyleyerek öğrencilerin güzel davranışlar geliştirmelerini sağlamak.
NACİBEKTAŞ
SÖZÜN ÖZÜ, ÖZÜN SÖZÜ - 3
Değerler gökteki
yıldızlar gibidir onlardan habersiz olsan bile onlar seni aydınlatmaya devam
ederler.
Biz içinde yaşadığımız
medeniyeti “değerlerimize” göre değil değer verdiğimiz şeylerle inşa ediyoruz.
Değerler pazarda
satılmaz, pazarda pazarlanmaz, pazarlanan şey “değer” değil değeri olanlardır.
Dürüst olmak bakışlarımızla gözlerimizin, kalplerimizle
akıllarımızın aynı şeyi söylemesi ve yapıp ettiğimiz her şeyin vicdanlarımızda
mahkeme edilerek beraat etmesidir.
Evet sorumluluklarımız
zamanımızdan çok fazla ama inançlarımız ve hayallerimiz her türlü engeli ve
zorluğu aşacak kadar güçlü ve sağlam.
Gökyüzünden inen yağmurun bile arkasında bulutların sorumluluk aldığını,
bulutlara ise bu sorumluluğu veren ilahi bir sorumlu olduğunu gören insanlar
olarak inanıyoruz ki; yeni
bir medeniyetin inşası, geçmişin
tecrübesini sırtına değil zihnine yükleyenlerin ve her dem kendini taze
tutabilenlerin elleriyle, gözleriyle ve gönülleriyle mümkün olacaktır.
İnsanlık
tarihi değerleri baş tacı eden toplumların saadetine de ayaklar altına
alanların felaketine de şahitlik yapar. Amacımız insanların değerleri yaşattığı
bir dünyayı düşlemekten, değerlerin insanları yücelttiği bir dünyaya
uyanmaktır.
İyi olmayı düşünmeyen
ve benimsemeyen kişi meleklerin kendisine secde etmeyi kabullendiği varlık
olmaktan öte İblis’in secde etmeyi layık görmediği bir varlıktır belkide.
Dürüstlük vicdanın kabul ettiği şeyi aklın da onaylamasıdır. Akıl ile
kalbin aynı kararı vermesi nefsin de bu kararı değiştirmeden, ertelemeden,
eksiltmeden tatbik etmesidir. Doğruluk ve dürüstlük dokuz köyden kovulsan bile
onuncu köyü aramak, hatta bulamasan bile
bu köyü kurmanın hayaliyle yaşamaktır.
Yarışmak bütün canlı varlıklarda
olduğu gibi insanın doğasında da var. Bir farkla ki insan sadece
başkalarıyla değil aynı zamanda kendisiyle de yarış halindedir. İnsan başkalarını aşmaya çalışırken kendisini, kendisini aşmaya çalışırken de başkalarını aşar.
Kaleme ve yazdıklarına andolsun buyuran, denizler mürekkep olsa
söyleyecekleri bitmeyen hakikatin ezeli ve ebedi var edicisinin dili ve soluğu
olan vahyi ilahi midir yoksa yazı.
Gecenin zifiri karanlığından
sabahın aydınlığını çıkaran, görünmeyeni görünür kılan, ölü toprağın içindeki
tohuma can veren güneşin rabbinin eşyaya yazdıkları sır mı ola yoksa yazı. NACİBEKTAŞ
İSLAM ÜMMETİNİN GELECEĞİ
KİTAP TANITIM
Einstein'a
gelecekle neden ilgilendiği sorulduğunda sadece; "Ömrümün
geri kalan kısmını orada geçirmeyi düşünüyorum." demiştir.
Evet bir gün
gelecek, gelecek de gelecektir. Bu inkâr edilemez gerçek, ancak geleceği
önceden tasarlayan, tarihte oluşmuş olayları sebeb-sonuç ilkelerine
göre değerlendirerek kuvvetle tahmin etmeye çalışan, her şeyden
önemlisi, geleceğin nasıl olması gerektiği hakkında klasik (modası
geçmeyen) fikirlere dayanarak (vahiy gibi) plan ve projeler oluşturan
kişi ve toplumlar eliyle şekillenecektir sanırım.
Gelecek
üzerindeki çalışmalar Batıda çok yeni olup, ikinci Dünya Savaşı'nın
sonunda başlamıştır. Hareket noktası ise askerî amaçlardır.
Sanayileşmiş
ülkelerde gittikçe artan gelecek çalışmaları için yapılan bütün
harcamaların % 97'si; özellikle eğitim, dökümantasyon, ilmî araştırma
ve uygulama alanlarında olmak üzere bu ülkelerde yapılmaktadır.
Üçüncü dünya
ülkeleri ise dünyanın yüzde 80'ini oluşturan nüfuslarıyla, gelecek
çalışmaları için % 3'den daha az harcama yapmaktadırlar.
Gerçekte,
geleceğin stratejik değerini önemsememek, az gelişmişliğin en
önemli belirtilerinden biridir. Ancak kararlı insanlardan oluşmuş
bir toplumun faaliyeti olabilecek bu tür çalışmalar, insanların
gelecekleri hakkında düşünmelerini sağlayacak imkânları elde etmelerinden
ve meydana getirecekleri toplumun türü üzerinde bir anlaşmaya
varmalarından sonra başlar. Bu anlayışta olmak da tabii olarak gelişmeyi
getirir.
Yukarıdaki
cümlelerin bir kısmı geleceğin stratejik değerini önemseyerek kaleme
alınmış İslam Ümmetinin Geleceği(*) isimli eserden yapılmış alıntılardır.
Bu da gösteriyor
ki, bu konudaki çalışmalar batı dünyasında olduğu gibi, artık
İslâm dünyasında da yapılmaktadır.
Biz inanıyoruz
ki İslâm, tek başına değişim ve yenilik için gereken yeterli müessir
güce sahip bir din olarak, toplumların gelişmesinde önemli roller
oynamak zorundadır.
İslâm dünyasının
arayış içinde olmak zorunda olduğu gelecek, bir zamanların parlak
medeniyetinin çöküşüne sebep olan körükörüne taklitçilik değil,
yeni şekliyle (tazeliği ve tabiiliğiyle) İslâm'ın yeniden doğuşuna
bağlıdır. İslâm'ın yeniden doğuşu için gereken yeni projeler, yeni
alternatif bakış açıları ve bu bakış açılarından tesbit edilen seçenekler
üzerinde yapılacak mütalaalar, aklı başında, ferâset sahibi her
müslümanın ilgi sahasına girecektir kuşkusuz.
Geleceğe
dönük bir dünya görüşüne sahip olduğuna inandığımız İslâm ve meydana
getidiği İslâm Medeniyeti, özellikle değerli araştırmacı Ziya SERDAR'ın
"İslâmi Gelecekler" (a.g.e., s. 57) üzerine kaleme aldığı
pek çok eserde görülebildiği gibi, aynı zamanda Münevver Enes, Perviz
Mansur, Enver İbrahim, Seyyid Hüseyin Nasr, Merryl Davies ve Muhammed
Ekrem Han'ın muhtelif makalelerinde de savunulan bir görüştür.
(a.g.e., s. 57)
Yukarıda
bahsimize konu olan İslâm Ümmetinin Geleceği isimli kitap da geleceğe
yönelik aynı fikri zihniyet (bilinç) üzerinde muhtelif zamanlarda
yazılmış çeşitli incelemelerden seçilerek oluşturulmuş; müslümanların
tarih yapıcı rollerini yeniden üstlenmelerini, ayrıca sadece
kendi kaderlerini değil, diğer insanların da kaderlerini çizme
işine yeniden soyunmaları lâzım geldiğine vurgular yapan bir eser
görünümündedir.
"Ümmetin
Geleceğini Sorgulama: Alternatif Gelecekler Çalışmasına Yaklaşım
ve Teorik Modeller Araştırması" başlığını taşıyan ilk makalede
Üstad Inayetullah (a.g.e., s. 56), özetle şu tezleri savunmaktadır:
Bugün batıyı
saran hatta sarsan modernizmin kısıtlayıcı paradigması geleceğe
dair tek yönlü doğrusal tasvirleri, feodalizmin, monarşinin ve dışa
kapalı gelenekselciliğin dışında alternatif yolların görünemezliğinde
yaşanan bıkkınlığı, onu derin bir vizyon/itibar bunalımına (buhrana)
sokmuştur.
Bu yüzden
müslümanların İslâmı, kişi ile Allah arasındaki münasebeti ayrıntılı
olarak açıklayan bir din olmasının yanında, insanların birbirlerine
karşı, tabiata karşı, nasıl davranmaları gerektiğini öğütleyen
bir medeniyet olarak algılayarak (idrak ederek) onların tarihi
bir vizyon/itibar kazanımı içinde olabileceklerinin altını çizer.
O'na göre
İslâm'ın alternatif bir geleceğe olan ilgisi, geçmişin değerini düşürmeyeceği
gibi onun her zaman geleceğe dönük bir dünya görüşüne sahip olması,
gelecek için dünya çapında bir model haline gelme gücünü içinde barındırır.
Mehdi
el-MENDİCRE (a.g.e., s. 84) imzasını taşıyan ikinci makalenin başlığı
ise "İslâm Dünyasının Geleceği" şeklindedir.
İslâm'ın çeşitli
tanımları; içtihad kapısının kapanması, değişimin zaruriliği,
dünyada oluşan belirgin değişimler, İslâm dünyasında hâlâ var olan
temel eksikliklere ve problemlere, alternatif çözümler sunan bu
makalede, kıymetli araştırmacının bid'at ve ibda kavramlarını birbirine
karıştırmaktan kaçınmamızı, çünkü ilkinin İslâm'ın temel doktrinlerini
ihlal eden bir fikir ve davranış olduğunu, ikincinin ise tam tersine,
toplumun gelişmesini ve canlanmasını sağlayan değişiklik ve yenilikler
yapmak anlamına geldiğini, değişimi kabul etmeyen canlı bir organizmanın
ise, yok olmaya mahkûm olduğunu ifade eder. Savunduğu tez için Haşr:
59/18, Rad: 13/11, Fussilet: 41/53 gibi bazı ayetleri de referans olarak
gösterir.
Yeni bir
çağda eski gündemleri yeniden tanımlayarak işe başlayan 21. Yüzyılda
müslümanları tehdid eden iktisâdi, sosyo-kültürel ve siyasi üç tehdidden
bahsedersek, HİCRET modelini öneren kitabın üçüncü makalesinin
konusu, "İslâmi Diriliş ve 21. Yüzyıl" başlığını taşıyor.
Makale Hüseyin MUTALİB (a.g.e., s. 100) tarafından kaleme alınmış.
Kitabın
son makalesinde ALİ M. MAZRUİ yoğun olarak, Francis FUKUYAMA'nın National
Interest dergisinde yayımladığı "The end of History" (Tarihin
sonu) adlı makalesinde savunduğu, bugün bütün dünyanın liberal
demokratik-kapitalist bir sisteme doğru ilerlediği ve bu sistemin
insan evriminin son sosyo-politik değerler dizisi olduğu tezini
tartışır.(a.g.e., s. 130)
Bu tez ile
İslâm dünyası arasında bağlar kurarak acaba İslâm dünyası da mı Liberal
kapitalist demokratik sisteme doğru ilerliyor? Yahut İslâm, insanlık
tarihini neticelendiren alternatif bir paradigma sunabilir mi?
şeklinde sorular sorar.
20. Yüzyılda,
Batının emperyalizmine büyük bir kültürel direniş gösteren
İslâm'ın, aynı direnişi Batılı Liberal Demokrasiye karşı gösteremediğini
ve sekülarizm karşısında görülen direnişin kapitalizm karşısında
görülemediğini iddia eder.
Bugün birçok
müslüman ilahiyâtçının İslâm'da liberalleşme ve reform konusunda kafa
yorduğunu söyleyerek, İslâm'ın sosyal ve siyasî teorisinin statik
olmaktan çok reform, yenileşme ve uyarlama için birçok mekanizmayı
barındırdığını hatırlatır.
Kitabın
son paragrafı çok çetin, çetin olduğu kadar da hepimize zor bir sorumluluk
yükleyen iki soruyla nihayete erer.
"Bu yüzyılın
ilk yarısında biz, dünya adlı bu gemide yolcudan başka bir şey değildik;
hatta bazen zincire vurulmuş yolcular. Yüzyılın ikinci yarısında
ise, en azından bazılarımız mürettebattan olmaya başladı. Geminin
hareket etmesinde yahut gideceği yerin belirlenmesinde etkili
olmaya başladık. O halde Müslümanlar olarak kendimize şu soruları
sormamız gerekir: Bir kere daha geminin idaresini ele alabilir miyiz?
"Dünyanın" kaptanı olmaya hazır mıyız? (a.g.e., s. 130)
(*) S. İnayetullah, M. el-Mendicre, H. Mutalib, A. Mazrui, İslâm Ümmetinin Geleceği, İnkılâb Yayınları,
Kasım 1998
Nâci BEKTAŞ
FAİZ VE RİBA
Fâiz, diğer ismiyle Ribâ tüm
kutsal kitaplarda olduğu gibi Kuran-ı
Kerim’de de haksız kazanç olarak sermayeyi elinde tutan tefecilerin darda kalan
yoksul halk kitlelerini sömürmek için kullandıkları bir enstrüman olarak kabul görmüştür.
Mekke döneminde hakim olan hayat tarzı ribânın (tıpkı günümüzde olduğu
gibi) alışveriş (ticaret) olarak algılandığı, bu sebeple de meşru görüldüğü bir sistemdi.
Müslümanlar Medine’de devlet oluşturduklarında borçlunun aldığı paranın (dinar, gümüş) geri öderken artması
olan riba her şekliyle yasaklandı. Devlet eliyle kurulan ekonomik sistemde,
zekat, devlet vergisi olarak alınan sadakalar, karzı hasen (borcun
bağışlanması), savaş ganimetlerinden beytul mala verilen beşte birlik pay, gayrimüslim ülkelerden
koruma parası olarak alınan cizye vb. enstrümanlar Medine İslam Devleti’nin
iktisadi kaynaklarını oluşturdu. Alışveriş mübah fakat ribalı ilişkiler tamamen
yasaklandı.
Günümüz Türkiye’sinde cari olan sistem Medine’de Müslümanların kendi elleriyle
oluşturdukları sisteme değil de daha çok ribanın alış veriş gibi görüldüğü
Mekke oligarşisinde cari olan sisteme benzemektedir.
Devlet bu sistemle iç içedir. Hatta bu sistem
bankalarla devlet tarafından bizzat yürütülmektedir. Bir batak durumunda ise devlet vatandaştan aldığı vergilerle
bankalardaki mevduat hesabını fonlamaktadır. İşçi, memur, dar gelirliden
dolaylı veya dolaysız alınan vergilerle bankalar sübvanse edilmektedir. Hatta üretici, sanayici ve ticaret
erbabı da istemeden bu çarka hizmet etmektedir. Sömürü düzeninin olmazsa olmazı
faizdir.
Devletin kendisi dara düştüğünde
ise tahvil, hazine bonosu ve hisse senetleri satarak halktan sıcak para
çekmekte vatandaş da devlete olan borcunu
kanuni faizle (?) geri
ödemektedir.
Yani siz isteseniz de istemeseniz de bu sistemin dışına çıkmak gibi bir
lüksünüz yoktur.
Öyle
ise yapılması gereken nedir?
Yapılması gereken Uluslararası sistemle karşılıklı sermaye akışı
sağlayarak küreselleşen ülkemizde Faizle çalışan tüm kurumları olabildiğince
minimize etmek, kar zarar ortaklığına dayalı kurumları da olabildiğince
maksimize etmektir. Unutmayalım ki 10 sene önce bu toprakların insanları % 70 lere varan bir faiz sarmalı ile
boğuşurken şimdilerde % 10 larda
seyreden bir seviye ile karşı karşıyayız.
Her şeyini kendimizin ayarlayacağı bir Medine devletine hicret edemeyeceğimize göre. Yüzümüzü alışverişin helal ribânın ise haram edildiği anlayışa-inanca doğru çevirerek yola devam etmeliyiz. En yüksek kalkınma hızının ancak faizin sıfır olduğu noktada gerçekleşeceğini bilerek, meselenin ekonomik bir mesele gibi görülse de aslında tamamen siyasi ve ahlaki bir mesele olduğunu unutmayalım derim vesselam.
Her şeyini kendimizin ayarlayacağı bir Medine devletine hicret edemeyeceğimize göre. Yüzümüzü alışverişin helal ribânın ise haram edildiği anlayışa-inanca doğru çevirerek yola devam etmeliyiz. En yüksek kalkınma hızının ancak faizin sıfır olduğu noktada gerçekleşeceğini bilerek, meselenin ekonomik bir mesele gibi görülse de aslında tamamen siyasi ve ahlaki bir mesele olduğunu unutmayalım derim vesselam.
NACİBEKTAŞ
22 Haziran 2015 Pazartesi
EĞİTİM ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNMEK
Gelişim için yenilenme ve değişimi göze almak.
Bu dönemde değişime hızla adapte olabilen, yenilikçi çözümler üretebilen, deneyimlerinden öğrenebilen, esnek kurum ve ekipler başarıyı yakalıyor. Değişim stratejilerini kağıt üstünde bırakmayıp uygulamaya geçirenler, yenilikçi düşünceyi ve değişimi kurum kültürü ile destekleyenler ve öğrenmeyi sürekli kılanlar başarılarını sürdürülebilir kılıyor.
Özetlersek önce bireysel gelişim sonra mesleki gelişim en sonunda ise kurumsal gelişim mümkün oluyor. Tabi ki ne olursa olsun ama değişim olsun anlamına da gelmiyor bu. Yenilenmeyi ve tazelenmeyi düşünenler için her şeyin yerinden oynamasını göze alarak değişimi kabullenmek anlamına geliyor.
Bu dönemde değişime hızla adapte olabilen, yenilikçi çözümler üretebilen, deneyimlerinden öğrenebilen, esnek kurum ve ekipler başarıyı yakalıyor. Değişim stratejilerini kağıt üstünde bırakmayıp uygulamaya geçirenler, yenilikçi düşünceyi ve değişimi kurum kültürü ile destekleyenler ve öğrenmeyi sürekli kılanlar başarılarını sürdürülebilir kılıyor.
Özetlersek önce bireysel gelişim sonra mesleki gelişim en sonunda ise kurumsal gelişim mümkün oluyor. Tabi ki ne olursa olsun ama değişim olsun anlamına da gelmiyor bu. Yenilenmeyi ve tazelenmeyi düşünenler için her şeyin yerinden oynamasını göze alarak değişimi kabullenmek anlamına geliyor.
Kurum Felsefesi-Misyonu varlık sebebimizin anlamı.
Önce dînin ve aklın beğendiği huylar anlamında ‘Ahlak’ demeli, sonra bir şeyi hakkıyla bilmenin, anlamanın yani hakikati kavramanın yolu anlamında ‘ilim’ demeli, daha sonra bir iş veya sanata ait özel kuralları ve incelikleri ve o konuda uyulması gereken dinî, ahlâki ve mesleki hüküm ve esaslar anlamında âdab’ demeli, em sonunda da doğru, iyi, yararlı sonuçlara ulaşmak anlamında ‘başarı’ demeliyiz
Önce dînin ve aklın beğendiği huylar anlamında ‘Ahlak’ demeli, sonra bir şeyi hakkıyla bilmenin, anlamanın yani hakikati kavramanın yolu anlamında ‘ilim’ demeli, daha sonra bir iş veya sanata ait özel kuralları ve incelikleri ve o konuda uyulması gereken dinî, ahlâki ve mesleki hüküm ve esaslar anlamında âdab’ demeli, em sonunda da doğru, iyi, yararlı sonuçlara ulaşmak anlamında ‘başarı’ demeliyiz
İnsan ilişkilerinin niteliğini geliştirmeden niceliğini geliştirmek.
Okulda insan ilişkilerinin niteliğini geliştirmek örgüt olarak okulların varoluş nedenleridir. Bu doğrultuda okulların kendilerine bazı yasa ve yönetmeliklerle yüklenmiş olan örgütsel, yönetsel ve eğitsel amaçları vardır. Okulda insan ilişkilerinin amacı, tüm ekibi sosyal, ekonomik, politik açılardan yöneltebilmek için takım çalışması yapmaya güdülemek olarak ifade edilebilir.
Okulda insan ilişkilerinin niteliğini geliştirmek örgüt olarak okulların varoluş nedenleridir. Bu doğrultuda okulların kendilerine bazı yasa ve yönetmeliklerle yüklenmiş olan örgütsel, yönetsel ve eğitsel amaçları vardır. Okulda insan ilişkilerinin amacı, tüm ekibi sosyal, ekonomik, politik açılardan yöneltebilmek için takım çalışması yapmaya güdülemek olarak ifade edilebilir.
İnsan ilişkilerinin niteliğini geliştirmek için neler gerekir?
Çevrendeki insanlara saygı duymayı ve sevgi göstermeyi gerektirir.
Karar vermeden, talep etmeden önce empati yapmayı gerektirir.
Çevrendeki insanlara saygı duymayı ve sevgi göstermeyi gerektirir.
Karar vermeden, talep etmeden önce empati yapmayı gerektirir.
Kötüye
kullanmayı doğurmayan bir hoşgörüyü gerektirir
Marifetin
iltifata tabi olduğu gerçeğinden hareketle kişiye ve işine ilgi göstermeyi gerektirir
Her
kesi nevi sahsına münhasır bir birey olarak kabul etmeyi gerektirir
Herkesin
ben demeden önce “ biz ” diyebilmesini gerektirir
Özüne
sözüne güvenilen ve güven veren olmayı
gerektirir
Yaptıklarıyla
söyledikleri, düşündükleriyle eylemleri aynı olan bir dürüstlüğü gerektirir
Adalet
mülkün temeli ise eğer her kese layık olduğu kadar, hak ettiği kadar kıymet
vermeyi yani adaletli olmayı gerektirir.
Bilgi
paylaşım kültürü oluşturmak
Bilgiyi bir organizasyonun kullanabileceği ortak bir değere dönüştürmenin ilk adımı olan bilgi paylaşımı, belirgin bir amaç için hemfikir bireylerin oluşturduğu bir grubu kapsayan; onların bilgi kaynaklarını, görüşlerini ve tecrübelerini paylaşma faaliyetinde bulunan, planlanmış ve yönetilmiş bir faaliyet olarak tanımlanabilir.
İtibar kaybetme
korkusu, iş güvencesini azalttığı
yönünde korku, bilgi kaynakları ve alıcılar arasında iletişim ve etkileşim
eksikliği, zaman eksikliği, güven duygusu eksikliği, yönetim ve liderlik eksikliği gibi olumsuz
insani güdüler bir kurumda bilgi
paylaşımını engelleyen en önemli faktörlerdir.
Bilgiyi gayrimenkul
bir mülk olmaktan çıkarıp menkul bir mülke dönüştürmemek kazanç üzerinde
Allah’ın hakkı olarak ifade edilen “zekatı” vermemek gibidir. Çünkü borsada hareket ettikçe artan para gibi
bilgide paylaşıldıkça artan bereketlenen bir nema gibidir.
Eğitim Koordinatörlüğü
Öğrenme ve öğretme etkinlikleri ile ilgili geçmiş - şimdi - gelecek yönelimli her türlü araştırma, proje, uygulama, izleme çalışmalarını yürütmek bu çerçevede kurumun eğitim felsefesi doğrultusunda ortak dili oluşturmak, eğitim öğretim faaliyetlerinde öğretmenlere destek vermek bu birimin genel amacıdır.
Eğitim öğretim sürecinin vazgeçilmez bir unsuru olan ölçme ve değerlendirme faaliyetlerine yön vermek, yeni öğretim yöntemlerinin öğretmenler tarafından kullanılmasını desteklemek buna yönelik öğretim politikaları geliştirmek, tüm öğrencilerin başarıyı yakalayabilmeleri için velilerle ve öğretmenlerle işbirliği yapmak, okulun akademik gelişimi için sınıfların ve öğrencilerin gelişimlerini ve gerilemelerini gözlemlemek ve gözlemler doğrultusunda öneriler geliştirmek, öğretmenler arası veya zümreler arası eğitim ve öğretim odaklı iletişimi geliştirmek bu birimin faaliyetlerindendir.
Öğrenme ve öğretme etkinlikleri ile ilgili geçmiş - şimdi - gelecek yönelimli her türlü araştırma, proje, uygulama, izleme çalışmalarını yürütmek bu çerçevede kurumun eğitim felsefesi doğrultusunda ortak dili oluşturmak, eğitim öğretim faaliyetlerinde öğretmenlere destek vermek bu birimin genel amacıdır.
Eğitim öğretim sürecinin vazgeçilmez bir unsuru olan ölçme ve değerlendirme faaliyetlerine yön vermek, yeni öğretim yöntemlerinin öğretmenler tarafından kullanılmasını desteklemek buna yönelik öğretim politikaları geliştirmek, tüm öğrencilerin başarıyı yakalayabilmeleri için velilerle ve öğretmenlerle işbirliği yapmak, okulun akademik gelişimi için sınıfların ve öğrencilerin gelişimlerini ve gerilemelerini gözlemlemek ve gözlemler doğrultusunda öneriler geliştirmek, öğretmenler arası veya zümreler arası eğitim ve öğretim odaklı iletişimi geliştirmek bu birimin faaliyetlerindendir.
Etkili disiplin cezadan çok eğitimin işidir.
Disiplin, çocuğa istenilen davranış ve alışkanlıkları öğretmek, kendi kendini denetleme ya da iç denetimi sağlamaktır.
Disiplinli olma, bir durumu anlama, o durumda yapması gereken davranışa karar verme ve yetişkinlerin denetimi olmadan bu davranışı doğal bir biçimde uygulama yeteneğidir. Etkili disiplin, cezadan çok eğitimin işidir.
Bir kitabı anlamanın yolu onu dikkatlice okumaktan, bir müzik bestesi yapmak onla duygusal bir bağ kurmaktan geçer. Öyle ise öğretimi dikkatlice yapılan bir okuma faaliyetine ve eğitimi ise duygulara hitap eden bir beste yapmaya dönüştürmek gerekmektedir.
- Disiplini uygulamada en önemli kural bir sonraki aşamada neyapacağını bilmektir. Herkes kuralları bilmelidir.
- Bir şeyler değişmezse, hiçbir şey değişmez. Yaptığınız işleretkili değilse yanlış giden hiç bir şey değişmez.
- Okulda uygulanan toplam disiplin anlayışı bir süreçtir, üründeğil. Okul disiplini bir araya getirilmiş kurallar ve bunlarınsonuçlarından oluşmamalıdır.
- Öğretmenler genellikle öğrencilerin görüşlerini almadan kendikurallarını onlara kabul ettirmeye çalışırlar. Bu yüzden deçoğu zaman başarılı olamazlar.
Ortak mutluluk ve ortak huzur için “Ortak Akıl”
oluşturmak.
Çalışanların
bir kurumdan en büyük beklentileri, mutlu ve huzurlu bir ortamda çalışmaktır.
Eskiden
yaşamak için çalışan insan, şimdi çalışmak için yaşıyor. Aksi halde ortaya
başarısız çalışma ortamı ve mutsuzluk çıkıyor.
Huzurlu bir
iş ortamı meydana getirmek ise öncelikle kurum liderlerinin insan
ilişkilerindeki kabiliyetine ve o
işyerinde uzun süredir çalışan insanların kurum yöneticilerinde ve
çalışma arkadaşlarında
oluşturduğu pozitif imaja bağlıdır denebilir.
Yetenekler
zor bulunuyor ve yaratıcılık sürekli yeni şeyler isteyen sektörler için en geçerli
akçe oluyor. Yetenekler mutlu ve huzurlu bir çalışma ortamında yaptığı işten
keyif almak istiyor. Çünkü artık
kurumlar, tek akılla yönetilemiyor.
Bilgi çağının ortak akılı ile yönetiliyor. Ve ortak akıl, yöneticisiyle daha
doğrusu yeni adıyla takım lideriyle işyerinde ortak mutluluk ve ortak huzur
istiyor!
Bunu
sağlamanın yollarından bir kaçını şöyle sıralamak mümkün.
- Yanlış anlaşılmak korkusundan uzak olarak düşünülenlerin rahatça söylenebileceği bir ortam oluşturmak.
- Selamlaşmayı ve teşekkür etmeyi asla ihmal etmemek.
- Pozitif düşündüğümüzde çevrenizin de pozitif düşüneceğini bilmek.
- Sosyal sorumluluk projelerine dahil olmak.
- Eleştiri ve şikayetlerde yapıcı olmak. Üzümü yemek yerine bağcıyı dövmemek.
- Hata yapmaktan korkmamak ama yapılan hatadan gerekli dersi çıkararak hatayı tekrar etmemek.
Duygusal
zeka seviyesi yüksek kurumların
karakteristik özellikleri:
- Öncelikle insan her şeyden değerlidir. Öyle ise değer verilir ve değerli olduğu hissettirilir.
- Çalışanlarının; duygulara, fikirlere ve sezgilere sahip bireyler olduklarının farkında olup onların hem akıllarına hem kalplerine hitap eden bir çalışma kültürü oluşturulur.
- İnsiyatif ve heyecan vererek her bireyin o kurumun en önemli bir parçası olduğunu hissetmeleri sağlanır. Ben olmasam hiçbir şey değişmez değil ben olmasam hiçbir şey olmaz inancı yerleştirilir.
- Çalışanların eğitimi ve gelişimi için harcanan parayı geleceğe yatırım olarak görürler, bir harcama olarak değil.
NACİBEKTAŞ
HANGİ KİTAB-I MUKADDES VEYA KİTÂB-I MUKADDES ALLAH SÖZÜ MÜDÜR?
KİTAP TANITIM
Ahmed Deedat'ın
Is the Bible God's Word?, Crucifixion or Cruci-fiction? ve What is His
Name? adlarını taşıyan kitaplarının bir araya getirilen çevirisi
“Kitâb-ı Mukaddes Allah Sözü müdür?” adıyla bir süre önce yayın dünyasında
yerini aldı. Şu an eminim kitapçıların bu tür kitapları ayırdıkları
bölümlerde bu konuya özel ilgi, merak ve araştırma içinde olanları
sabırsızca beklemektedir.
İncil ve
Tevrat üzerine dünyanın önde gelen otoritelerinden Deedat, uzun
bir süreyi kapsayan bu incelemesinde, araştırmacılara bu alanda
hayli zengin bir veri-bilgi kazandırmaktadır.
Bu eseri,
okunacak kitaplar listesine dahil etmenizde kanatimce büyük yararlar
var.
Kitabı elime
aldığımda herkes gibi öncelikle ismini okudum yavaşca: Kitâb-ı Mukaddes
Allah Sözü müdür? Tabii ki Allah sözüdür! diyerek cevap verdim kendi
soruma. Sonra şu soru takıldı dilime: Peki hangi Kitâb-ı Mukaddes?
Sonra bir soru daha belirdi zihnimde: Ne kadarı Allah sözü? Sonra
bir soru daha: Ne kadarı çok mu önemli? Eninde sonunda tedavülden
kalkmış bir para hükmünde değil mi? Peki milyonlarca insan neden
halâ bu kitabın (kitapların) okuyucusudur, daha da mühimi, mü’mini
olur acaba? şeklinde devam etti sorular.
Doğrusu ilgimi
çekmişti bu kitap. Zaten epey zamandır bu konulardaki eksikliğimin
de farkında olmam bu kitabı okunacak kitaplar listeme dahil etmeme
yetmişti. Kısa bir müddet sonra da fırsatını buldum. Her zaman olduğu
gibi kitabın içindekiler bölümüne şöyle bir göz attım; bu bölüm başlıkları
ilgi çekici geldi bana.
“Muhtelif
Kitâb-ı Mukaddes nüshaları,
Dünyanın
en çok satan kitabı,
Harfi harfine
inen vahiy yok,
Kızlar babalarını
baştan çıkarıyor,
Çarmıha
germe metodları…”
Kitabın başında
yer alan bir kavram da çok enteresan geldi bana (s. 12). “Kültist.” Bu kavram için dipnotta şöyle
bir açıklama yapılmış: “Bir toplumdaki resmî ve yaygın ibadet biçimlerinden,
kendi arzularını tatmin etmek için veya moda olsun diye farklı ibadet
biçimleri geliştiren grup veya cemaatler. Yehova Şahitleri, Yedinci
Günü Bekleyenler vs.” Hıristiyanlığın binbir mezhep ve akımına bu
kötü ismi verenler ise mutaassıp Hıristiyanlar imiş.
Biz müslümanlar
Tevrat, Zebur ve İnciller için “tahrif edilmiş” (muharref) kitaplar,
bu kitaplara inanan kimselere ise “ehl-i kitap” tâbirini kullanıyoruz.
İslâmiyet
ise ehl-i kitab'ın yanlışlarını düzelten ve onları Allah'ın birliği
inancına dayalı, ortak ilkeye çağıran dindir.
Üstad Ahmed
Deedat bence bu eserde mevcut olan üç araştırmasıyla Âl-i İmrân
sûresi'nin 64. âyetinin; “Ey Ehl-i Kitab! Allah'tan başkasına tapmayalım,
O'na hiçbir şeyi eş koşmayalım ve Allah'ı bırakıp kimimiz kimimizi
ilâhlaştırmasın…” şeklindeki ilâhî ikazların İncil sahiplerine yönelik
modern ve tecrübî bir tefsirini yapmaya gayret etmiş ve bu gayretinde
de hayli başarılı olmuştur.
Hepimiz
inanırız ki Kitâb-ı Mukaddes hatalarla doludur. Sayfa 24'de yazarımız
bu hataların 50.000 civarında olduğunu, Yehova Şahitlerinin yayın
organlarından yaptığı alıntılarla belgeler.
Yine hepimiz
inanırız ki, bu kitaplar birbirini tutmayan aritmetik çelişkili
ibarelerle doludur. 52-61. sayfalarında yazar bunlara ilişkin onlarca
örnek verir.
Ve hatta çıkarılıp
tekrar eklenmiş cümlelerle doludur. Örneğin İsa'nın göğe yükselişi
önceki İncil nüshalarında varken çıkarılmış, daha sonra ise tekrar
konmuştur (s. 32-34).
Kitabın
ele aldığı temel sorunlardan biri de İsa (a.s.)'ın çarmıha gerilme
(veya gerilmeme) olayıdır. Deedat, çarmıha gerilme kelimesininin
İngilizce karşılığı olan “crucifixion”ın aslında “çarmıha gererek
öldürme” anlamı taşıdığını söylemektedir. Hz. İsa'nın çarmıha gerilişinin
neticesinde ise ölüm olmadığını iddia etmekte ve buna günümüzden
de misaller getirmektedir.
“İsa'nın
haç'taki ölümü, tüm hristiyan ilâhiyatının temelidir. Tanrı hakkındaki,
yaratılış hakkındaki, günah ve ölüm hakkındaki tüm hıristiyanî ifadelerin
odağında çarmıha gerilmiş İsa vardır. Tarih hakkındaki, Kilise hakkındaki,
iman ve kutsama hakkındaki, gelecek hakkındaki ve umut hakkındaki
tüm hıristiyanî ifadeler, çarmıha gerilmiş İsa'dan çıkmaktadır.
Kısacası
çarmıha gerilme yoksa Hıristiyanlık da yoktur!” (s. 91).
Siz ne dersiniz
veya nasıl olduğuna inanıyorsunuz? İsa Mesih'in çarmıha gerilmesi
bir aldatmaca mı, yoksa tarihî bir gerçek mi?
Halbuki Nisa
sûresi âyet 157'de bu husus biz müslümanlara şöyle nakledilir. Şüphesiz
Kur’ân en doğruyu söyleyen kitaptır:
“Ve, ‘Biz,
Allah elçisi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük’ derler. Halbuki onu
ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler; ancak kendilerine bir benzetme
yapıldı. Ve gerçekten onda ayrılığa düşenler bundan dolayı şüphe
içindedirler. Ona dair bir bilgileri yoktur. Ancak zan arkasında giderler.
Halbuki onu gerçekten öldürmediler.”
Peki bu
ilâhî ikaza rağmen neden milyonlarca haç'da İsa Mesih'in çarmıha gerilmiş
bedeni boy gösterir? Kiliselerin duvarlarını süsler, dramatik
bir mevzu olarak edebî eserlere konu olur ve hepsinden önemlisi, asırlardır
bu konuda Yahudilere lânetler ve sövgüler yağdırılır.
Deedat'a
göre bu gibi soruların cevabı çok basittir. Cevap Kur’ân'dadır ve sorumlular
hakikati kaynağından bilme şansına sahip tek topluluk olan müslümanlardır.
Öyleyse
müslümanlara bu tarihî-dinî sapmanın düzeltilmesinde çok önemli görevler
düşmektedir.
“Müslümanlar,
dünya üzerindeki milyonlarca câhil insan için gerçekten birşeyler
yapmak, onları bu şirklerinden kurtarmak zorundadırlar. Yoksa onlar,
kendileriyle birlikte bizi de hem bu dünyada hem de âhirette helâke götürecekler.”
(s. 216).
Nâci BEKTAŞ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)