Bir işi eliyle yapana
işçi denir.
Bir işi eliyle ve aklıyla yapana usta denir.
Bir işi eliyle, aklıyla ve kalbiyle yapana
ise
sanatkâr denir.
Türk Milli Eğitiminin asıl sorunu nitelik
sorunudur. Niteliği sadece mezun olduğu üniversitenin imkanları ve okuduğu
mahdut sayıda kitapla sınırlı olan öğretmenler
tarafından eğitilen öğrenciler, okulu bitirdikten sonra öğretmen
olurlar. Hayat hakkında, medeniyet hakkında, tarih ve felsefe hakkında sadece
teorik bilgide kalmış test edilmiş bilgilerle mücehhez olmamış bu insanlar kendilerinden
sonraki nesilleri yetiştirmeye başlarlar. Öğrenci-öğretmen olur, eğittiği öğrenciler
tekrar öğretmen olurlar bu fasit daire kendi içinde sürekli nitelik-kalite
açısından irtifa kaybederek devam eder. Arada istisnalar çıksa da kabuğunu
kırabilen, kendini aşabilen, sınırlarını zorlayabilen insanlar nadiren
yetişirler. Çünkü körler sağırlar birbirlerini ağırlarlar misali hayat okul
sınıflarından ve koridorlarından sürgit devam eder.
Bu yüzden bu ülkenin son yüz yılında söz
sahibi olmuş öğretmen siyaset adamları, dünya çapında eser vermiş öğretmen
yazar ve şairler, müzisyen ve ressam öğretmenlerin sayısı iki elin parmaklarını
geçmez, geçemez.
NASIL BİR ÖĞRETMEN
YETİŞTİRDİK?
1. Ayrıntılarda boğulan ezberci bir öğretmen
yetiştirdik.
Şimdiye kadar öğrencilere hemen hemen her
derste o kadar anlamsız, o kadar gereksiz ayrıntılar öylesine bilgiler
ezberlettik ki. Taptaze zihinleri üç gün sonra unutacağı ve yaşamı boyunca
hiçbir işine yaramayacak şeylerle öylesine
yorduk ki, sonuçta kitap sevmez, gazete okumaz, araştırma yapmaz ve yeni şeyler
üretmez bir öğretmen sınıfı peyda ettik.
Nitelik bilginin ilme, ilmin de hayata
dönüşmesi ile mümkün olur. Bilgiyi
öğrendiğimiz kelime ve kavramlar olarak
ifade ettiğimizde analiz ve sentez yaparak bilginin ilme dönüşmesini ve
uygulayarak ta hayata yansımasını sağlarız. Eğer öğrendiklerimiz hayatta
işimize yaramıyorsa bir yerlerde yanlış yapıyoruz demektir.
2. Eğiten
değil, öğreten bir öğretmen yetiştirdik.
Bu gün itibariyle Anasınıfından üniversite
sonuna kadar geçen süreçte yüzü aşkın ders sayısı ve çok yoğun bir müfredatla
ve çok yoğun bir sınav sayısıyla bilgiler zihinlere yerleştirilmeye çalışıldı.
Bilgiler hiçbir sene birbirini tamamlamadı.
Bina hep enine doğru büyüdü ama hiç yükselmedi. Örneğin yabancı dil öğretimi,
ha keza matematik, fizik, geometri hatta din öğretimi. Her yıl kendisini
tekrarladı çünkü hiç biri hayatın içinde kullanılmadı. Okulda her yıl öğretilen
yabancı dil yaz sıcaklığını görünce unutuldu, yıl sonuna doğru enstrümanlardan çıkan
melodiler bir yıl sonra küllendi, din derslerinde ezberletilen dualar bile tekrarlanmadığı için unutuldu gitti.
Biz insanın öğrenen bir varlık olmasından daha
önce eğitilebilen bir varlık olduğunu anlayana kadar da böyle olmaya devam
edecek.
Öğretmeni eğitemediğimiz için öğrenmeyi
öğretmesi gereken öğretmenleri de yanlış yetiştirdik.
NİTELİKLİ
ÖĞRETMEN YETİŞTİRMEK NE DEMEKTİR?
1. Zihinsel
kapasitesi yüksek ve alan bilgisi geniş öğretmenler yetiştirmek demektir.
Öğretmene verilen değer aslında çocuğa,
insana ve topluma verilen değerdir.
2000 li yılların başında Eğitim
Fakültelerinin müfredat programları yeniden düzenlenmiş. Bu Fakültelerde geçmişte uygulanan
öğretmen
yetiştirme programları incelendiğinde ise aşağıdaki ilginç
tesbitler yapılmıştır. “(a) Programlarda yer alan derslerin içeriği ve
ilgili okul düzeyindeki öğretim alanının içeriği arasında
tutarsızlıkların olduğu, ( b) Dersler arasında
aşamalı ve birbirini tamamlayıcı
mantıksal bir ilişkisinin kurulamadığı, (c) Teorik
derslere daha fazla ağırlık verildiği ve uygulamanın
geniş ölçüde
ihmal edildiği,
(d) Öğretmenlik
formasyonuna
ilişkin derslerin
eğitim bilimleri
alanındaki
bazı teorik
derslerden oluşup öğrencileri öğretmenliğin
gerektirdiği uygulamaya dönük bilgi, beceri ve bakış
açılarını kazandırmaktan uzak olduğu (e) Programın bütünü ile okullarda yapılan uygulama arasında
tutarsızlıklar olduğu görülmüştür.
Bu ve
benzeri sorunlar nedeniyle geçmişte uygulanan
programlardan mezun olan öğretmen adaylarının öğretmenlik mesleğine yeterli
bir biçimde hazırlanamadıkları saptanmıştır. Yapılan
çeşitli toplantı
ve konferanslarda
bu temel sorunlar ortaya konmuş ve öğretmen
yetiştirme programlarının
nitelikli öğretmen yetiştirme amacına yönelik olarak yeniden gözden geçirilmesi ve geliştirilmesi
gereği dile getirilmiştir.”
2014 yılı
itibariyle düşündüğümüzde Eğitim Fakültelerinin Milli Eğitim
Bakanlığının ihtiyacına matuf olarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
2.Eğitimi
bir ruh ve aşk olarak gören öğretmenler yetiştirmek demektir.
Eğitime ruhunu
katan kişi, yaptığı işi önemser; işiyle gurur duyar. Mesleğini her zaman taze
bir heyecanla yaparak daha verimli olur ve herkesin yaptığının dışında ona bir
güzellik katar.
Öğretmenlik her şeyden önce bilgi değil duygu mesleğidir. Öğretmen önce insan, sonra öğretmendir. Yani
“dersin öğretmeni” değil “öğrencinin
öğretmeni”dir. Karşısındakileri birer sembol veya numara olarak gören
gözlerin sahibi olsa olsa bir bilgisayar programcısı olabilir sadece.
Her öğrenciyi ayrı birer dünya, harika bir
tablodaki farklı birer renk, yöresel bir kilim üzerinde birbirini tamamlayan
desenler olarak görmeyen, göremeyen
kişinin ruhu sanatkar bir öğretmenin ruhu değildir.
3.Yaratıcı
ve vizyon sahibi öğretmenler yetiştirmek demektir.
29 harfle sonsuz sayıda kelime, sonsuz sayıda
cümle ve sonsuz sayıda kitap yazabilirsiniz. 9 tane rakamla sonsuz sayıda
matematiksel işlemler, sonsuz sayıda algoritmalar ve sonsuz sayıda sayısal
düzenekler kurabilirsiniz.
Yaratıcı ve vizyon sahibi bir öğretmenseniz
sınıfınızdaki 20 öğrenciyle sonsuz sayıda etkinlik yapabilir, sonsuz sayıda
oyun onayabilir ve sonsuz sayıda bilgi üretebilirsiniz.
Zaman kavramını (dün-bugün-yarını aynı an
gibi değerlendirerek) Einstein düzeyinde
algılayan, özel bir bilinç düzeyine
girerek, özel olarak kurgulanmış sözel ve imgesel oluşumları hayal ederek
hayatı Kuantum düzeyinde algılayan çocuklarla binlerce “Küçük Prens’ler” *
yetiştirmemiz neden mümkün olmasın.
ÖĞRETMENLİK HERKESİN
YAPABİLECEĞİ BİR İŞ DEĞİL BİR MESLEK OLMALIDIR.
Üniversiteyi bitiren her kes, polis olabilir, banka memuru olabilir ve bir de öğretmen olabilir. Maalesef henüz öğretmenlik bir meslek olarak kabul edilmiş değil. Neden mi çünkü meslek kabul edilse, mühendisi, fizikçisi, matematikçisi, tarihçisi, veterineri, v.s. öğretmen olarak atanmaz. Öğretmen, öğretmen yetiştiren kurumca özenle, itinayla, hassasiyetle ve uzun bir süreçte yetiştirilmeli ve bir takım elemelerden geçirilmelidir.
NİTELİKLİ İNSANLARIN ÖĞRETMENLİĞE ÖZENDİRİLMESİ.
Eğitimde yıllardır istenilen kalitenin yakalanamamasında temel etkenlerden en önemlisi öğretmen niteliğinin artırılamaması yanında nitelikli insanların öğretmen olmak istememesi de önemli rol oynamaktadır.
BİREYİN MUTLULUĞA ULAŞMASINDAKİ EN ÖNEMLİ KAVRAM OLARAK “EĞİTİM”
Eğer eğitim bireyin mutluluğa ulaşmasındaki en önemli kavram ise bu mutluluğun anahtarı da öğretmenin ta kendisidir denebilir.
Mesleki zorluktan mesleği zorlaştıranlara kadar yüzlerce sebepten ötürü kendisi bir türlü mutlu olamamış bir öğretmenin eğitim ve öğretimi tebessüm ederek yapamayacağı aşikardır. Tebessüm etmeyi beceremeyen, sabır katsayısı sıfıra yaklaşmış sert ve asık suratlı olmakla disiplini birbirine karıştıran öğretmenlerin 21.Yüzyılın bireylerine verecekleri pek fazla bir şeyleri yok demektir.
Öğretmenlik mesleği, eğitim mesleği olmaktan
çıkıp hayatı boyunca eğitsel süreçten geçmeyenler için; sürekli bir iş ve uğraş
olmaktan daha çok geçimlik olur.
Eğitim işi, mesleki yeterliklere sahip,
donanımlı, alanında bilgi birikimli, eğitim ve öğretimin inceliklerini
öğrenmiş, işinde uzman, mesleki yeterliliğe sahip, eğitim işini yapacak
profesyonel öğretmenlerle yapılabilen bir meslek olmalıdır.
Bir ülkede öğretmen olmayı bir doktor, bir
avukat bir mühendis olmak kadar talep edilen bir meslek haline getiremediğiniz
takdirde nitelikli öğretmen yetiştirme isteğimiz hep hayal olarak kalacaktır.
Savunma ve
Değerlendirme
Bu gün yel değirmenleriyle savaşan bir Don Kişot’a
dönüştürülen öğretmenin çaresizliği aslında uzun süredir hasta olan eğitimin
bir çaresizliğidir.
Pusulası (misyonu) şaşmış, modifiye edilerek orijinalliği
bozulmuş, ezberdeki harita bilgisine güvenerek
uzun deniz sefer tecrübesi olmayan kaptanlara emanet edilen bir geminin
yol alması bile tek başına bir başarı olarak görülmeli ve hepimiz, okulumuzun
sınıf sıralarına tekrar oturarak neyi nasıl yapmamız gerektiğini yeniden
düşünmeliyiz.
NACİ BEKTAŞ
*Antoine
Marie Jean-Baptiste Roger, comte de Saint Exupéry (29 Haziran 1900 - 31 Temmuz
1944), Fransız pilot, yazar ve şairdir. Özellikle "Küçük Prens" (Le Petit Prince) isimli eseriyle
ünlenmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder