31 Mayıs 2015 Pazar

İYİ BİR ÖĞRETMENİN NİTELİKLERİ VEYA ÖĞRETMEN NİTELİĞİNİN ARTIRILMASI

Bir işi eliyle yapana 
işçi denir.  
Bir işi eliyle ve aklıyla yapana usta denir.
Bir işi eliyle, aklıyla ve kalbiyle yapana ise 
sanatkâr denir.

Türk Milli Eğitiminin asıl sorunu nitelik sorunudur. Niteliği sadece mezun olduğu üniversitenin imkanları  ve  okuduğu mahdut sayıda kitapla sınırlı olan öğretmenler  tarafından eğitilen öğrenciler, okulu bitirdikten sonra öğretmen olurlar. Hayat hakkında, medeniyet hakkında, tarih ve felsefe hakkında sadece teorik bilgide kalmış test edilmiş bilgilerle mücehhez olmamış bu insanlar kendilerinden sonraki nesilleri yetiştirmeye başlarlar. Öğrenci-öğretmen olur, eğittiği öğrenciler tekrar öğretmen olurlar bu fasit daire kendi içinde sürekli nitelik-kalite açısından irtifa kaybederek devam eder. Arada istisnalar çıksa da kabuğunu kırabilen, kendini aşabilen, sınırlarını zorlayabilen insanlar nadiren yetişirler. Çünkü körler sağırlar birbirlerini ağırlarlar misali hayat okul sınıflarından ve koridorlarından sürgit devam eder.
Bu yüzden bu ülkenin son yüz yılında söz sahibi olmuş öğretmen siyaset adamları, dünya çapında eser vermiş öğretmen yazar ve şairler, müzisyen ve ressam öğretmenlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmez, geçemez.

NASIL BİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRDİK?

1.    Ayrıntılarda boğulan ezberci bir öğretmen yetiştirdik.
Şimdiye kadar öğrencilere hemen hemen her derste o kadar anlamsız, o kadar gereksiz ayrıntılar öylesine bilgiler ezberlettik ki. Taptaze zihinleri üç gün sonra unutacağı ve yaşamı boyunca hiçbir işine yaramayacak  şeylerle öylesine yorduk ki, sonuçta kitap sevmez, gazete okumaz, araştırma yapmaz ve yeni şeyler üretmez bir öğretmen sınıfı peyda ettik.
Nitelik bilginin ilme, ilmin de hayata dönüşmesi ile mümkün olur.  Bilgiyi öğrendiğimiz  kelime ve kavramlar olarak ifade ettiğimizde analiz ve sentez yaparak bilginin ilme dönüşmesini ve uygulayarak ta hayata yansımasını sağlarız. Eğer öğrendiklerimiz hayatta işimize yaramıyorsa bir yerlerde yanlış yapıyoruz demektir.

2. Eğiten değil, öğreten bir öğretmen yetiştirdik.
Bu gün itibariyle Anasınıfından üniversite sonuna kadar geçen süreçte yüzü aşkın ders sayısı ve çok yoğun bir müfredatla ve çok yoğun bir sınav sayısıyla bilgiler zihinlere yerleştirilmeye çalışıldı.
Bilgiler hiçbir sene birbirini tamamlamadı. Bina hep enine doğru büyüdü ama hiç yükselmedi. Örneğin yabancı dil öğretimi, ha keza matematik, fizik, geometri hatta din öğretimi. Her yıl kendisini tekrarladı çünkü hiç biri hayatın içinde kullanılmadı. Okulda her yıl öğretilen yabancı dil yaz sıcaklığını görünce unutuldu, yıl sonuna doğru enstrümanlardan çıkan melodiler bir yıl sonra küllendi, din derslerinde ezberletilen dualar bile  tekrarlanmadığı  için unutuldu gitti.
Biz insanın öğrenen bir varlık olmasından daha önce eğitilebilen bir varlık olduğunu anlayana kadar da böyle olmaya devam edecek.
Öğretmeni eğitemediğimiz için öğrenmeyi öğretmesi gereken öğretmenleri de yanlış yetiştirdik.

NİTELİKLİ ÖĞRETMEN YETİŞTİRMEK NE DEMEKTİR?

1. Zihinsel kapasitesi yüksek ve alan bilgisi geniş öğretmenler yetiştirmek demektir.
Öğretmene verilen değer aslında çocuğa, insana ve topluma verilen değerdir.
2000 li yılların başında Eğitim Fakültelerinin  müfredat  programları yeniden  düzenlenmiş. Bu  Fakültelerde geçmişte uygulanan öğretmen yetiştirme programları incelendiğinde ise aşağıdaki ilginç tesbitler yapılmıştır. “(a) Programlarda yer alan derslerin içeriği ve ilgili okul düzeyindeki öğretim alanının içeriği arasında tutarsızlıkların olduğu, ( b) Dersler arasında aşamalı ve birbirini tamamlayıcı mantıksal bir ilişkisinin kurulamadığı, (c) Teorik derslere daha fazla ağırlık verildiği ve uygulamanın geniş ölçüde ihmal edildiği, (d) Öğretmenlik formasyonuna ilişkin derslerin eğitim bilimleri alanındaki bazı teorik derslerden oluşup öğrencileri öğretmenliğin gerektirdiği uygulamaya dönük bilgi, beceri ve bakış açılarını kazandırmaktan uzak olduğu (e) Programın bütünü ile okullarda yapılan uygulama arasında tutarsızlıklar olduğu görülmüştür.
Bu ve benzeri sorunlar nedeniyle geçmişte uygulanan programlardan mezun olan öğretmen adaylarının öğretmenlik mesleğine yeterli bir biçimde hazırlanamadıkları saptanmıştır. Yapılan çeşitli toplantı
ve konferanslarda bu temel sorunlar ortaya konmuş ve öğretmen yetiştirme programlarının nitelikli öğretmen yetiştirme amacına yönelik olarak yeniden gözden geçirilmesi ve geliştirilmesi gereği dile getirilmiştir.”
2014 yılı  itibariyle düşündüğümüzde Eğitim Fakültelerinin Milli Eğitim Bakanlığının ihtiyacına matuf olarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

2.Eğitimi bir ruh ve aşk olarak gören öğretmenler yetiştirmek demektir.
Eğitime ruhunu katan kişi, yaptığı işi önemser; işiyle gurur duyar. Mesleğini her zaman taze bir  heyecanla yaparak daha verimli olur  ve herkesin yaptığının dışında ona bir güzellik katar.
Öğretmenlik her şeyden önce bilgi değil duygu mesleğidir. Öğretmen önce insan, sonra öğretmendir. Yani “dersin öğretmeni” değil “öğrencinin öğretmeni”dir. Karşısındakileri birer sembol veya numara olarak gören gözlerin sahibi olsa olsa bir bilgisayar programcısı olabilir sadece.
Her öğrenciyi ayrı birer dünya, harika bir tablodaki farklı birer renk, yöresel bir kilim üzerinde birbirini tamamlayan desenler  olarak görmeyen, göremeyen kişinin ruhu sanatkar bir öğretmenin ruhu değildir.

3.Yaratıcı ve vizyon sahibi öğretmenler yetiştirmek demektir.
29 harfle sonsuz sayıda kelime, sonsuz sayıda cümle ve sonsuz sayıda kitap yazabilirsiniz. 9 tane rakamla sonsuz sayıda matematiksel işlemler, sonsuz sayıda algoritmalar ve sonsuz sayıda sayısal düzenekler kurabilirsiniz.
Yaratıcı ve vizyon sahibi bir öğretmenseniz sınıfınızdaki 20 öğrenciyle sonsuz sayıda etkinlik yapabilir, sonsuz sayıda oyun onayabilir ve sonsuz sayıda bilgi üretebilirsiniz.
Zaman kavramını (dün-bugün-yarını aynı an gibi değerlendirerek)  Einstein düzeyinde algılayan,  özel bir bilinç düzeyine girerek, özel olarak kurgulanmış sözel ve imgesel oluşumları hayal ederek hayatı Kuantum düzeyinde algılayan çocuklarla  binlerce “Küçük Prens’ler” *  yetiştirmemiz neden mümkün olmasın.

ÖĞRETMENLİK HERKESİN YAPABİLECEĞİ BİR İŞ DEĞİL BİR MESLEK OLMALIDIR.

Üniversiteyi bitiren her kes, polis olabilir,  banka memuru olabilir  ve bir de  öğretmen olabilir.  Maalesef henüz öğretmenlik bir meslek olarak kabul edilmiş değil. Neden mi çünkü meslek kabul edilse, mühendisi, fizikçisi,  matematikçisi, tarihçisi, veterineri, v.s. öğretmen olarak atanmaz. Öğretmen, öğretmen yetiştiren kurumca özenle, itinayla, hassasiyetle ve uzun bir süreçte yetiştirilmeli ve bir takım elemelerden geçirilmelidir.
NİTELİKLİ İNSANLARIN ÖĞRETMENLİĞE ÖZENDİRİLMESİ.
Eğitimde yıllardır istenilen kalitenin yakalanamamasında temel etkenlerden en önemlisi öğretmen niteliğinin artırılamaması yanında  nitelikli insanların öğretmen olmak istememesi de önemli rol oynamaktadır.
BİREYİN MUTLULUĞA ULAŞMASINDAKİ EN ÖNEMLİ KAVRAM OLARAK “EĞİTİM”
Eğer eğitim bireyin mutluluğa ulaşmasındaki en önemli kavram ise bu mutluluğun anahtarı da öğretmenin ta kendisidir denebilir.
Mesleki zorluktan mesleği zorlaştıranlara kadar yüzlerce sebepten ötürü kendisi bir türlü mutlu olamamış bir öğretmenin eğitim ve öğretimi tebessüm ederek yapamayacağı aşikardır. Tebessüm etmeyi beceremeyen, sabır katsayısı sıfıra yaklaşmış sert ve asık suratlı olmakla disiplini birbirine karıştıran öğretmenlerin 21.Yüzyılın bireylerine verecekleri pek fazla bir şeyleri yok demektir.

Öğretmenlik mesleği, eğitim mesleği olmaktan çıkıp hayatı boyunca eğitsel süreçten geçmeyenler için; sürekli bir iş ve uğraş olmaktan daha çok geçimlik olur.
Eğitim işi, mesleki yeterliklere sahip, donanımlı, alanında bilgi birikimli, eğitim ve öğretimin inceliklerini öğrenmiş, işinde uzman, mesleki yeterliliğe sahip, eğitim işini yapacak profesyonel öğretmenlerle yapılabilen bir meslek olmalıdır.

Bir ülkede öğretmen olmayı bir doktor, bir avukat bir mühendis olmak kadar talep edilen bir meslek haline getiremediğiniz takdirde nitelikli öğretmen yetiştirme isteğimiz hep hayal olarak kalacaktır.


Savunma ve Değerlendirme
Bu gün yel değirmenleriyle savaşan bir Don Kişot’a dönüştürülen öğretmenin çaresizliği aslında uzun süredir hasta olan eğitimin bir çaresizliğidir.
Pusulası (misyonu) şaşmış, modifiye edilerek orijinalliği bozulmuş, ezberdeki harita bilgisine güvenerek  uzun deniz sefer tecrübesi olmayan kaptanlara emanet edilen bir geminin yol alması bile tek başına bir başarı olarak görülmeli ve hepimiz, okulumuzun sınıf sıralarına tekrar oturarak neyi nasıl yapmamız gerektiğini yeniden düşünmeliyiz. 
                                                                                 NACİ BEKTAŞ

*Antoine Marie Jean-Baptiste Roger, comte de Saint Exupéry (29 Haziran 1900 - 31 Temmuz 1944), Fransız pilot, yazar ve şairdir. Özellikle "Küçük Prens" (Le Petit Prince) isimli eseriyle ünlenmiştir.


ZAMAN YENİDEN DİRİLMEK VE YENİDEN DİRİLTMEK ZAMANIDIR

Hep birlikte zor zamanlar yaşadık, zor zamanlarda zor da olsa konuşmak için gayret ettik, yanlış anlaşılmak korkusu ile bazen  kelimelerimize bile özgürlük veremedik.  Çünkü biliyorduk ki  bazı kelimeler bize özgürlük tanımayabilirdi.
Artık daha özgür, daha makul, daha samimi ve daha şeffaf olduğumuzu düşünüyorum. Geçmişin hamaseti ile değil tarihte yaşadıklarımızın tecrübesi ile daha bilgece, daha kararlı ve daha öz güven sahibi olduğumuza inanıyorum.
Geçmişten miras aldığımız modası geçmeyen ve asla geçmeyecek olan  temel İnsani-İslami değerlerimizi hamasetten, taassuptan, taklitten ve slogancılıktan uzak tutarak her geçen gün daha iyi anladığımız kanaatindeyim. 
Geleceğimiz olarak gördüğümüz gençlerimizi en iyi şekilde yarınların dünyasına hazırlamanın sorumluluğunu  yüreklerimizde hissederek tüm bilgilerimizi ve ezberlerimizi tekrar  gözden geçiriyoruz.  Yani hep birlikte yeniden yenileniyoruz.
Artık asra yemin edenler olarak farkında olmadan asrı atladığımızın farkındayız.  İki günü aynı olup ziyan edenlerden olduğumuzun da farkındayız.  Bilenlerin bilmeyenlerden üstün olduğunu söyleyerek bir asırdır hikmeti yitirdiğimizin de farkındayız.
Yeni bir medeniyetin inşası,  geçmişin tecrübesini sırtına değil zihnine yükleyenlerin ve her dem kendini taze tutabilenlerin elleriyle, gözleriyle ve gönülleriyle mümkün olacaktır.
Öyle ise zaman 100 yılı aşkın birer “ölü” mesabesinde olduğumuzu fark ederek yeniden dirilmek ve hala bir “ölü” olduğunun farkında olmayanları yeniden diriltmek zamanıdır.
                                                                                                                                                                                                                             NACİBEKTAŞ

30 Mayıs 2015 Cumartesi

GELECEĞE HAZIR OLMAK MI GELECEĞİ HAZIRLAMAK MI?


Hiçbirimiz geleceği okuduğunu söyleyen veya olacak şeyleri önceden kestirenlerin varlığına inanmayız.Tuhaftır ama buna rağmen geleceğe dair bir şeyler söyleyen herkese kulak kesilmekten de geri durmayız. Bu kulak kesilme inançlarımızdan kaynaklanmıyor olsa da fıtratımızda bulunan merak duygusu bizi buna yönlendirir.
Gelecek habercileri önceden belirlenmiş, yazılmış hatta bir yerlerde yaşanmış fenomenleri ortaçağ Avrupa’sı saray büyücülerinin sihirli cam fanuslarından gördükleri şeyler gibi bizlere sunarak aslında bizi kendi hayal dünyalarına hapsetmeye çalışan çağdaş-modern büyücülerden başka bir şey değillerdir.
Halbuki var olandan hareketle geleceğe dair kuvvetli tahminler yapmak, tasarılar geliştirmek daha akılcı ve faydacı bir anlayıştır.
Fakat rasyonel ve pragmatik olması bu anlayışın en geçerli görüş  (telakki) olduğu anlamına gelmediği de bir gerçektir.
Bir yandan olan biteni iyi kavramak isabetli sebep ve neticeler çıkarmak, bir yandan da hali hazırda devam eden ekonomik, sosyal ve bilimsel değişimin bir yerlerinden tutunarak gelişim halinde olmak fakat bir yandan da geleceğin tasarımcılığına katkı yapmak için fikir ve proje üretmek gerekmektedir.
Olacaklarla olması gerekenleri birbiriyle mecz etmek, ikisi arasında bir köprü kurmak denebilir belki buna veya geleceğin fıtrata uygun olarak bizi kucaklamasını sağlamak.
Unutmayalım ki, gelecekten, olacaklar için korksak da, gelecekten olmasını istediğimiz güzel şeyler için ümit beslesek de, o bir kapının arkasında hazırladığı sürprizlerle bizleri beklemekte.

                                                                                                                                        NACİBEKTAŞ

GELECEĞİN OKULUNDA ÖĞRETMEN Mİ, ÖĞRENCİ Mİ OLMAK ZOR OLACAK?

Geleceğin dünyasında, geleceğin insanı her şeyin tanımını ve bizde uyandırdığı anlamı değiştireceği gibi “okul” kelimesinin tanımını da  değiştirecektir.
İnsan üzerindeki en etkileyici kurumlar olan aile, çevre ve okul grubuna 20. yüzyılda televizyon ve bu yüzyılın son yarısında ise İnternet eklenmiştir.
Yüzyılın başlarında “talim ve terbiye” daha sonraları  öğretim ve eğitim yapılan yer olarak isimlendirilen   okulun son yıllarda  terbiye kısmının çıkarılarak sadece öğretim yapılan yani çeşitli metod ve tekniklerle  öğrenciye sadece “bilgi yüklemesi-depolaması” yapılan mekanlara  dönüştüğünü hep birlikte yaşadık/yaşıyoruz.
Bir yandan bilginin insana kazandırılması için üretilen yüzlerce metod ve teknikler diğer taraftan  insanın kendi iradesiyle öğrenmedikçe ona hiçbir şeyin öğretilemeyeceğini  dillendiren fikirler içinde, geleceğin okulunun öncelikle varlığını (ontolojisini) sonra kalitesini (keyfiyetini)  ve ardından tekno-ekonomik boyutunu tartışmak oldukça zor olsa gerek.
Farkında olmadığınız dünyalara talip olamadığınız gibi, hayalini kuramadığınız bir geleceği de asla tasarlayamazsınız.
Baş döndürücü bir hızla gelişen bilişim teknolojilerinin Hz. Musa’nın asası misali girdiği (dokunduğu) her şeyi değiştirdiği gibi, klasik eğimde alışılagelen her şeyi de tepeden tırnağa  değiştireceği, yeni bir felsefe ve yapılanmaya yol açacağını görmek asla kahinlik olmasa gerek.
En başta geleneksel eğitim kaynaklarını (personel, öğretmen, araç-gereç, bina) ve kullanılan eğitim yöntemlerini ve nihayetinde  her şeyden önemlisi eğitimin hedef kitlesi olan öğrenciyi.
İnsanın eğitiminde en etkileyici kurum olma özelliğini hiçbir dönemde asla kaybetmemiş ve gelecekte de kaybetmesi pek mümkün görülmeyen aile kurumu gibi okul da eğitimdeki yerini şekil değiştirse dahi asla kaybetmeyecektir.
Bilginin son on yıla damgasını vuran Internet’le kısa zamanda geniş kitlelere ulaşması, milyonlarca insana çok rahat bir şekilde iletişim ortamı sağlaması bilginin çok daha kolay bir şekilde elde edilmesini mümkün kılmaktadır.
 Internet’in tüm dünyada hızlı bir şekilde yayılması, farklı eğitim platformlarının ortaya çıkışını ve dünyanın her tarafında aynı tür bilgilerin dolaşımını mümkün kıldı. Ama tabi bu da her zaman ve her şeyde geçerli olduğu gibi, bilgiyi doğru ve bilinçli bir şekilde kullanmak isteyenlere yararlı olabilecek bir imkan.
Yani artık bilgiye ulaşmada herhangi bir zorluk kalmamıştır. Asıl zorluk onu prodüktivit (verimli) bir şekilde kullanabilmekte ve bir adım sonrasında ise onu üretebilmektedir.
Geleceğin okulları, artık  soruların cevaplarının ezberletildiği yerler olmaktan çok gerçek soruların sorulduğu yerler olacaktır.
Geleceğin öğretmenleri sorulara cevap veren “bilgisayarlar” olmaktan çok öğrencilerin soru  üretmelerini sağlayan bilgiseverler olacaklardır.
Geleceğin okulları öğretmen ve öğrencilerin zaman öldürme haneleri değil zaman içinde zaman üretme haneleri olacaklar, geleceğin öğretmenleri ise her günün sonunda muhatap olduğu öğrenci sayısı kadar bilgi üreterek bunları kayıt altına alan bilgi işçileri olacaklardır.

Aksi takdirde okullarımız  her geçen gün biraz daha büyüyerek yakıtı bilgi ve kültür olan kaloriferhanelelere dönüşerek  “kurum”laşacaklar (!)  öğretmen ve öğrenciler ise bu dünyayı imar etmek için çivi çakan usta ve çıraklar olmaktan çok  çivileri  sayan usta ve çıraklar olmaktan öteye gidemeyeceklerdir.
                                                                                                                                          

NACİBEKTAŞ